Temel bir insan hakkı olarak anadilde eğitim

Viyana, LinzDersim Doğa ve Kültür Derneği, Aralık ayı içinde, Avusturya’nın Viyana ve Linz kentlerinde, Zazaca’yla ilgili birer panel organize etti. Viyana’daki etkinlik, 9 Aralık 2011 Cuma günü ÖGB Wilhelmine Moik Saal B1’de; Linz’deki ise 11 Aralık 2011 Pazar günü Paul Hahn Center’da yapıldı. Panele konuşmacı olarak Almanya’dan dilbilimci Mesut Keskin (Asmen), Avusturya’dan gazeteci-yazar Hüseyin Şimşek ile So-Be Tv organizatörü ve Radyo Dersim moderatörü Eren Kılıç katıldı. Panellerin moderatörlüğünü ise, “Dersim Doğa ve Kültür Derneği” Eşbaşkanı Feride Türkmen üstlendi.

Paneller, her iki kentte de aynı şekilde gerçekleştirildi. Dilbilimci Mesut Keskin (Asmen), Zazaca’nın gramatiği; Eren Kılıç, anadili Zazaca olanların bu dile karşı ne derece duyarlı oldukları ve ilgi gösterdikleri; Hüseyin Şimşek ise, Avusturya’daki çalışmalardan yola çıkarak, İsveç’teki anadiller eğitim sistemiyle karşılaştırmalı bir şekilde, Zazaca’nın öğrenilmesi ve öğretilmesinin yol, yöntem ve olanakları üzerinde durdu. Hüseyin Şimşek tarafından, “Anadilde eğitim, temel bir insan hakkıdır!” başlığıyla yapılan konuşmaların özeti aşağıdadır.

Sevgili dostlar,

etkinliğin dili Türkçe olduğu için, ben de konuşmamı bu dille yapacağım. Eğitim ve öğretim kavramı, birbiriyle çok yakından ilintili ama yine de iki farklı gerçeği ifade eder. Dolayısıyla, ‘anadilde eğitim’ ile ‘anadil öğrenimi’ arasında da önemli farklılıklar vardır. Biliyorsunuz, Türkiye’de, resmî dil Türkçe dışında kalan diller üzerindeki yasak, 1990’lı yılların başında kalktı. Yani, ‘anadilde öğrenim’ yasağı, en azından kâğıt üzerinde aşıldı. Anadilleri öğreten kurslar, dersaneler, özel okullar açmak mümkündü artık. Bu, elbette çok önemli bir kazanımdır. Fakat, daha esaslı bir hak ve özgürlük alanı olan ‘anadilde eğitim’, henüz çözüm bekliyor.

Öte yandan, ‘anadilde eğitim’le ilgili sorunlar, sadece Türkiye ile sınırlı değil. Türkiye’deki kadar ağır değil ama, bu alanda Avusturya’da da sorunlar yaşıyoruz. Bugün Avusturya’da, sadece Kurmanci, Zazaki değil; Türkçe ve daha bir çok başka anadil de kelimenin gerçek anlamında ve yaygın olarak eğitimin içinde değil. Çoğu anadil, Almanca sorunu yaşayan çocuklara, ders çalıştırmada kullanılan yardımcı/geçici bir araç konumunda. Türkçe’nin yanı sıra, Kurmanci ve Zazaki’nin ‘kurs’ zemininde temel eğitim okullarına girmesi ise son birkaç yılın ürünü. Bugün, başkent Viyana’da, 6-7 okulda Kurmanci, 2-3 okulda ise Zazaca kursu var. Diğer eyalet ve kentlerde henüz bir girişim söz konusu değil. Başkent Viyana’daki bu sayılı kurslar, “anadil öğrenimi” kapsamındadır. Oysa, “anadil eğitimi” çok daha başka bir şey.

Daha ilk adımda, anadilde eğitim şart

Bir çocuğun anadili ile yaşadığı ülke veya devletteki resmî dil aynı değilse, o çocuğun, daha ilk adımda çift dilli eğitim alması, temel bir insan hakkıdır. Yani o çocuk, kreşe ve ardından anaokuluna çift dilli başlayacaktır. Resmî dille birlikte kendi anadiliyle, kendi anadilinde de konuşmayı, okuyup yazmayı öğrecektir. Konuyla ilgili dünya üzerindeki uygulamalara gözattığımızda, iki yaklaşıma rastlıyoruz:

  • Kimi ülkelerde (biri genellikle bölgesel düzeyde olmak üzere) iki resmi dil var. Eğitim-öğretim müfredatları, her iki dilde hazırlanır. Her bir dil, aynı müfredatla kendi etki alanının resmî iletişim aracıdır.
  • İkinci uygulamada ise anadilde eğitim, tek bir ders şeklinde verilir. Bunu, kısmen bir “anadil eğitimi” saymak da mümkün. Asıl amaç, anadilin de öğrenilmesi, öğretilmesidir. İster zorunlu isterse seçmeli olsun, dil dersi ile sınırlandırılmış uygulamaları, “anadilde eğitimi”den ziyade, “anadil öğretimi” şeklinde tanımlamak daha doğru ve gerçekçidir.

Peki, gerçekten de yok mu başka bir yolu? Olabilir, neden olmasın! Diyelim ki iki resmî dil uygulanamayacak koşullar sözkonusu. Çocuk okul öncesi ve temel eğitiminin en az ilk üç yılını, anadilin esas alındığı bir süreç olarak yaşar. Bu süreçte, resmî dil, ders olarak görülür. İlerleyen sınıflarda ise anadil ile resmî dil yer değiştirir. Anadil seçmeli ders olur, müfredat, resmî dil üzerinden sürer.

Çok dilli “anavatan” Türkiye’de anadil politikaları

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin mevcut Anayasa’nın 42. Maddesi’nde şunlar yazılıdır: “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.” 80 küsur yıllık cumhuriyet idaresinin 70 küsur yılında, Türkçe dışındaki anadiller yoksayıldı ve sürekli baskı, yasak altında tutuldu. Yeni düzenlemeyle anadillerin öğretilmesinin, medya alanını kullanmasının önü sınırlı da olsa açıldı. Fakat, “anadilde eğitim” hâlâ yasak. “Anadilde eğitim hakkı” konusunda mevcut Başbakan Erdoğan, “Kimse bizden resmî olarak anadilde eğitim beklemesin” demişti. Yani bugünki hükümet, Anayasa’daki “(Devletin) dili Türkçedir” ifadesinin değiştirilmesine karşı. Türkçe dışındaki yerel anadillerin “anadilde eğitim” adı altında öğretilemesinin önü açılsın istenmiyor. Kürtçe, Zazaca, Lazca, Çerkezce, Gürcüce kurslar ya da bu dillerle ilgili enstitüler vs olabilecekse bile, Türkçe dışındaki anadillerle okunulan okullar açılamaz.

Kürtçe, Zazaca gibi anadiller üzerindeki baskı ve yasaklarla ilgili çokça konuşup yazdığımız için, bu konuşmamda başka bir anadilin Türkiye’deki haline de değinmek istiyorum. Türkiye’de anadil politika ve uygulamaları konusunda, Çerkesler üzerinden yaşanan ibretlik bir çarpık sözkonusu.
Bugün, dünyada en çok Çerkez’in yaşadığı yer Türkiye’dir. Farklı bir deyişle, Çerkezler’in yüzde 80’i Türkiye’de. Bu, 6 milyona yakın bir nüfusa tekabül eder. Peki, bu 6 milyonluk nüfusun anadili olan Çerkezce’nin Türkiye’deki durumu nasıldı?

1908’de İkinci Meşrutiyet ilan edilince, Anadolu’daki birçok millet ve milliyet gibi Çerkezler de kendilerinde sahneye çıkmaya başladı. Öncelikle, 1908’de “Çerkes Teavün Cemiyeti” kuruldu. Ardından, Çerkezce “Ğuaze” dergisi yayımlanmaya başladı. İstanbul Beşiktaş Akaretler yokuşunda, bir Çerkes okulu açıldı ve burada Çerkezce eğitim yapılmaya başlandı. Fakat, Çerkezler’in bu sahneye çıkış çalışmaları 1919 yılında kesintiye uğratılacaktı. Dernek, okul ve yayınların hepsi kapatıldı. 1990’lı yıllara kadar, yani 70 küsur kadar yıl bir daha açılmaları mümkün olamadı.

Peki, 6 milyonluk Çerkez toplumu Türkiye’de bu duruma düşürülürken, başka yerlerde neler oldu? Örneğin, Kafkasya’da (özerk cumhuriyetlerde ve bağımsız Abhazya Cumhuriyeti’nde) kalabilen Çerkezler, kendi anadillerinde eğitim görebildiler. Ki anadilleri, aynı zamanda resmî dil statüsünde oldu. Üniversitelerde kürsü ve dil bölümleri, tiyatroları, kendi dillerinde basılı 7 milyonun üzerinde kitapları, yine kendi anadillerinde yayın yapan radyoları, televizyonları vardı. Sadece Kafkas özerk bölgelerinde değil, Suriye’de de Türkiye’den çok çok iyi durumdaydılar. Ki Türkiye’deki 6 milyona karşılık, Suriye’de sadece 70-80 bin civarında Çerkez yaşıyordu. Suriyeli Çerkezler çocuklarına, kreş ve anaokullarından başlayarak anadillerini öğretme şansına sahipti. Ürdün’de yaşayan 40-45 bin civarındaki Çerkez’in de kendi okulları vardı. Yine, örneğin İsrail’de 4 bin civarında Çerkez yaşıyordu. İsrail, nüfus olarak en az olunan yer olmasına rağmen, anadilini bilmeyen tek bir İsrailli Çerkez yoktu.

Anadilde eğitim konusunda dünyaya olumlu bir model sunan ülke: İsveç

Bugün İsveç, anadiller konusunda dünyaya model sunan bir ülke konumunda. Bu ülkede, tam 112 dilde eğitim görülüyor! Bir sınıfta beş kişi bir araya gelip kendi anadilinde eğitim alıyor. İsveç’teki sürece, kısaca da olsa daha ayrıntılı bakmakta fayda var.

İsveç’te, anadillerde eğitim 1970’li yılların başında başlatıldı. O dünden bugüne devlet, resmî olarak okul öncesi dönem, temel eğitim ve liselerde anadil dersleri verdiriyor. 1975 yılında çıkan kanuna göre; kendi evinde İsveççe dışında herhangi bir dil konuşan aileler, isterlerse kendi çocuklarına anadilde eğitim talep edebiliyor. Aileler, taleplerini yazılı olarak bildirdikleri andan itibaren, belediyeler, bu isteği yerine getirmek zorunda. Anadille eğitimde kullanılan ders kitaplarının çoğu devlet destekli, ama tek tip değil. Değişik kitaplar hazırlanıyor. Devlet, maddi olarak kitap basımını destekliyor ama içeriğine pek karışmıyor. Uyulması gereken genel bir çerçeve var: Anadillerdeki ders kitapları, İsveç eğitim sisteminin temel ilkelerine uygun olmak zorunda. Peki, nedir bu temel ilkeler: Demokrasi, kadın-erkek eşitliği, farklılıklara karşı tolerans, uluslararası dayanışma vs.

Bu çerçevede, İsveç’te eğitime giren anadillerden biri de Kürtçe. 1975’te, Kürtçe ile eğitim önce özel kurslarda verildi. O yıllarda, doğal olarak ders kitabı ve öğretmen sıkıntısı yaşanacaktı. Sonra Stockholm’de Kürtçe öğretmeni yetiştirme okulu açıldı. Güney Kürdistan’dan ve Türkiye’den Kürtçeyi bilenler gidip orada ders vermeye başladı. Belli bir deneme sonrasında öğretmenler atandı. Ders kitapları hazırlandı. Sonuç hiç de küçümsenecek gibi değil: Resmî rakamlara göre, lise dahil olmak üzere okul öncesi eğitimle birlikte kendi anadilinde eğitim alan Kürt çocuk ve gençlerinin sayısı, bugün 10 bin kadar.

İsveç’teki Kürtçe anadil eğitiminde izlenen prosedüre de kısaca değinmek, deneyimlerin bilince çıkarılması açısından iyi olacaktır. Kürtçe eğitim için izlenen prosedür şöyle: Anne, baba veya her ikisi, ‘Ben çocuğuma Kürtçe dil eğitimi istiyorum’ diye başvuruyor. O belediyede en az 5 kişi olması lazım. Ailenin başvurusundan sonra belediye öğretmen tayin eder. Öğretmen daha sonra öğrenci ve velisiyle ilişkiye geçer, ders saatini ayarlar; hangi saatte, hangi okulda, nasıl olacak diye. Yıllık ders planı hazırlanırken, hem öğrenciye danışılır, hem de aileye bilgi verilmek zorunda. Aileye, ”çocuğunuz bu süre içinde şu dersleri ve konuları okuyacak, şu tarz bir eğitime tabi tutulacak”, denir. Bu şekilde ve en az 5 kişiden oluşan gruba, haftada 80 dakika Kürtçe eğitim hakkı tanınıyor. Temel eğitim öncesinde ise, üç kişilik gruba 2.5 saat anadili dersi verilmek zorunda. Zira, dilin temeli küçük yaşta atılıyor. Kürt çocukları içinde olmak üzere, resmî dil İsveççe’yi bilmeyen ya da İsveçce ile kendini iyi ifade edemeyen yüzlerce öğrenci; matematik, kimya, fizik, coğrafya gibi dersleri de kendi anadillerinde alıyor. Yani, söz konusu olan, anadilde verilen bir “dil dersi” değil sadece.

Diğer Avrupa ülkeleri ve Avusturya’da durum nedir?

İspanya: İspanya’da resmî federal dil Kastilyano. Ama Katalanca, Baskça, Galiçya, Aranes dilleri de “resmen” tanınmıştır. Bütün ilk ve ortaokullarda, bölge halkının anadili ile Kastilyano birlikte öğretilir. Bu iki dilli eğitim, federal bütçeden finanse edilir.

Büyük Britanya: İngilizce’nin anayurdu Britanya’da, İspanya’ya benzer bir durum söz konusu. Galler’de çocukların yüzde 25’i, İngilizce yerine Galce eğitimi tercih ediyor halen. Ayrıca bölgede İngilizce eğitim yapan bütün devlet okullarında, her öğrenci 16 yaşına kadar zorunlu ders olarak “Galce” öğrenir.

Fransa: Fransa’da durum biraz farklı. Ülkenin tek resmî dili Fransızca. Devlet, başka herhangi bir anadilde eğitim için bütçe ayırmıyor. Buna karşın, Korsikaca, Brötonca gibi diller yasal koruma altında. Bunun anlamı şu: Belediyeler ya da özel kurumların, Fransızca’nın yanı sıra anılan anadillerde de eğitim veren okullar açması serbest.

Avusturya: Yaşadığımız ülke olan Avusturya’nın, Doğu dillerine ilk ciddi ilgisi, aslında eskilere dayanır. 1683 yılında gerçekleşen ‘2. Viyana Kuşatması’ndan dokuz yıl önce, 1674 yılında, Viyana Üniversitesi’nde şark dilleri öğretimi başlamıştı. Bu dil eğitimi kurslar şeklinde veriliyordu. Gün geldi, Doğu dillerinin öğrenimiyle ilgili çalışmalar, Viyana Üniversitesi’nde verilen dil kurslarının ötesine geçti. 1754 yılında Şark Akademisi (Orientalische Akademie) kuruldu. Böylece Doğu dilleri, yüksek öğrenim kapsamında öğretilmeye başlandı. Bu arada, şunun da altını çizmekte fayda var: Doğu dilleri eğitimi alanında oldukça eskilere dayanan bu çalışmalar, Doğu’dan gelip bu ülkeye yerleşmiş bir nüfusa sunulan bir hizmet değildi. Avusturya’nın henüz Doğulu bir nüfusu yoktu. Bu ilk çalışmalar, Avusturyalılar’ın Müslümanlar’la ilgili bilgi sahibi edilmesi, ilişki kurmasına yönelikti.

Bugün 7,5 milyon dolayındaki Avusturya nüfusunun yaklaşık yüzde 93’ü Avusturyalı. Varlıkları eskilere dayanan azınlıkların başında Almanlar, Hırvatlar, Macarlar, Slovenler, Çekler, İtalyanlar, Çingeneler gelir. Varlıkları eskilere dayanan bu azınlıklardan sadece Slovenlerin dili Slovence ve Hırvatların dili Hırvatça, yerel temelde resmî dil olarak kabul edilmiş durumdadır. Macarca, Çekce, İtalyanca ya da Roman dili için böyle bir resmî statü söz konusu değil.

Öte yandan, Avusturya, 1962 yılından itibaren gelen göçmen işçi nüfusla çok sayıda yeni anadille tanışmıştır. Bu yeni anadillerin üç tanesi Türkiye kökenlidir: Türkçe, Kürtçe, Zazaca! 1962’den sonraki işgücü göçü kapsamında, Avusturya’da oluşan göçmen topluluklar, büyüklüklerine göre şöyle sıralanır: Sırplar, Türkler, Kürtler, Filipinliler, Zazalar, Araplar, Hindistanlılar, Çinliler, İranlılar, Pakistanlılar, Afganlar, Şilililer.

Konuyu, biz Türkiye kökenliler açısından biraz derinleştirmek gerekirse, söylenmesi gerekenler şunlar: Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının, ülke dışına serbestçe gitme özgürlüğüne yaygın olarak kavuşması ile Avusturya’nın “yabancı işgücü” talep etmesi, aynı zaman dilimine tekabül eder. Türkiye vatandaşları, ülke dışına serbestçe gitme özgürlüğüne, 1961 Anayasası’yla kavuştu. Avusturya’da “göçmen işgücü” alımı da 1961 yılında dillendirilmeye başlandı. Süreçler, 1961’de başladı ama ilk Türkiyeli “göçmen işçi kafilesi”nin Avusturya’ya gelmesi, 1964’de mümkün olacaktı.

Avusturya’nın, “göçmen işgücü” alımıyla ilgili ilk düzenlemesi olan “Olah-Raab Anlaşması‘‘, Aralık 1961 tarihinde yapıldı. Buna göre, 1962 yılı içinde 47 bin “yabancı işçi‘‘ alınacaktı. İlk kafile, 1961 yılı yazında bin 800 kişi olarak İtalya’dan geldi. İkinci kitlesel iş gücü transferi anlaşması 1962’de İspanya’yla yapıldı ama pratik olarak uygulanamadı. Bu aksamadan dolayı, ikinci sırayı alan ülke Türkiye oldu. Avusturya ile Türkiye arasındaki “İş Gücü Anlaşması”, 15 Mayıs 1964 tarihinde imzalandı. Aynı yıl Avusturya, İstanbul-Beyoğlu Narmanlı Han’da işçi alımını organize edecek bir büro açtı. Ülkenin dört bir yanından işçileri bu büroya yönlendirme işi ise, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Çalışma Bakanlığı ile “İş ve İşçi Bulma Kurumu” tarafından üstlenildi.

Avusturya’ya gelen Türkiyeli göçmen nüfus, 1968-69’da 5 bin, 1970-71 12 bin, 1973-74’te 30 bin, 1980’de 65 bini buldu. Bugün, Avusturya’daki Türkiye kökenli nüfus yaklaşık olarak 300 bin olarak veriliyor. Bu nüfusun başlıca anadilleri: Türkçe, Kürtçe, Zazaca, Lazca, Arapça, Asurice.

Türkiye kökenli anadillerin Avusturya’daki hali ve Zazaca’nın mevcut olanakları

Türkiye kökenli bu anadillerden sadece Kurmanci, Zazaki değil; Türkçe de bugün Avusturya’da kelimenin gerçek anlamında ve yaygın olarak eğitimin içinde değil. Türkçe bile, Almanca sorunu yaşayan çocuklara, ders çalıştırmada kullanılan yardımcı/geçici bir araç konumunda. Kurmanci ve Zazaki’nin ‘kurs’ zemininde temel eğitim ve halk okullarına girmesi ise son birkaç yılın ürünü. Bugün, başkent Viyana’da, 6-7 okulda Kurmanci, 2-3 okulda ise Zazaca dersi var. Buna, “kurs” demek daha doğru belki. Çünkü, nota tabi bir uygulama sözkonusu değil henüz. Viyana dışındaki diğer eyalet ve kentlerde ise henüz bir girişim yok.

Konuşmamı tamamlamadan önce, bu panele vesile olan Zazaca’nın Avusturya’daki mevcut olanaklarına, kısaca değinmek istiyorum. Avusturya’da Zazaca’yle ilgili ilk önemli çalışma, Radyo Dersim’in (Radio Orange üzerinden) yayın hayatına başlaması oldu. Halen devam eden bu etkinliği, Eren Kılıç tarafından Viyana Ünivesitesi dersliklerinde verilen “Zazaca Kursu” izledi. Bu kurs iki yıl devam ettirildi. Zazaca’ya alan açan diğer bir çalışma, 2005 yılından beri Viyana’da geleneksel hale getirilen “Viyana Kürt Kitap Fuarı’’ oldu. İlk yıldan başlanarak, her yıl bu fuarda Zazaca ile ilgili de mutlaka bir şeyler yapıldı. Panel, müzik ve şiir dinletileri gibi. 2010 yılındaki fuar etkinliğinde, Zazaca bir şiir dinletisi gerçekleştirdim. Zazaca ile ilgili olan kurumlardan bir diğeri, Viyana’daki “Dersim Doğa ve Kültür Derneği”. Dernek, 2009 yılında benim yönetimimde ve çocuklara yönelik, bir Zazaca kursu organize etti. Kurs kısa süreli olduysa da Zazaca’nın gündeme taşınması çabasında bir damla sayılır.

İçinde bulunduğumuz dönem, daha önce yapılan kısa veya küçük çabaların meyvelerini verdiği bir dönem. Artık Viyana’da, Zazaca bir tv programı var örneğin: Okto Tv çerçevesinde haftalık ekranlara gelen ve organizatörlüğünü Eren Kılıç’ın yaptığı, “So Be” adlı Zazaca tv programı. Programın tamamı Zazaca hazırlanıyor ve Almanca altyazıyla sunuluyor. Eren Kılıç ve Kamer Söylemez tarafından hazırlanıp yayımlanan, resimli ve kuşe kâğıda basılı dört adet “Tanıyalım” kitapçık serisi de unutulmamalı.

Zazaca, Viyana’da son iki yıldır ise artık temel eğitim kapsamında öğretilmeye başlandı. 2010-11 öğretim yılında bir, 2011-12 öğretim yılında üç ilkokulda Zazaca kursu verilir oldu. Temel eğitim kapsamındaki bu kurslar, öğretmen Muhittin Efe tarafından veriliyor. Ekim 2011’den itibaren ise, Favoriten Yüksek Halk Okulu (Favoriten VHS), “Avrupa’da Konuşulan Diller“ kapsamında Zazaca’yı eğitim programlarına dahil etti. Buradaki Zazaca öğretimi, öğretmenlere ve yetişkinlere yönelik, iki sınıf halinde devam ediyor. Bu çalışma, Favoriten VHS’nin özgün programı kapsamında, benim tarafımdan veriliyor. Kurslarımız, okulların tatil olduğu yaz ayları dışında sürekli tekrarlanacaktır.

Mevcut durumda Zazaca, sınırlı da olsa Avusturya’da hem dil öğretimi, hem de gündelik hayatın bir parçası haline gelmiş durumda. En yakın hedefler ise bence şöyle sıralanabilir: Kreş ve anaokullarında, çift dilli eğitim-öğretim kapsamında, Almanca’nın yanı sıra Zazaca’nın kullanılmaya başlanması; temel eğitim (8 yıl boyunca) seçmeli ve nota tabi bir anadil dersi olarak okutulması; üniversitelerde Zazaca ile ilgili bölümlerin açılması.

Bütün anadillerin ayrımsız olarak zenginlik, bir dünya mirası olarak kabul edildiği, korunduğu bir gelecek dileği ve saygılarımla.