Yol Tv Avusturya / Kasım 2011
Viyana – Avrupa’nın Almanya, Fransa, Avusturya, Belçika, Danimarka, İsviçre, İsveç gibi ülkelerinde yaşayan ve Belge Yayınları’nda kitapları yayımlanan Türkiye kökenli 23 göçmen yazar ve şair, Ragıp Zarakolu’nun tutukluluk halinin kaldırılması için ortak bir çalışma başlattı. Bu yazarlardan ikisi Avusturya-Viyana’da yaşıyor: Hüseyin Şimşek ve Erdal Boyoğlu. Yol Avusturya Haber Merkezi, Salı günü Yol Tv ekranlarına gelen “Yol Avusturya” programında iki yazarın konuyla ilgili düşünce ve değerlendirmelerine yer verdi. Yol Avusturya Haber Merkezi’nin Hüseyin Şimşek’le yaptığı ve bir bölümü adı geçen programda yayımlanan görüşmenin tamamı şöyle:
Belge Yayınları ile ilk tanışmanız nasıl başladı ve ne zamana kadar sürdü?
Hüseyin Şimşek: Belge Yayınları, benim ilk üç kitabımı basan, yazarlık yürüyüşümün ilk etabına damgasını vuran bir yayınevidir. Bu yıl içinde, ilk romanım olan “Ayrımı Bol Bir Yoldu Metris”in ikinci baskısı yine Belge Yayınları tarafından yapıldı. Yani ben, -aralıklarla da olsa- 24 yıldır Belge Yayınları ile çalışan bir yazarım. Yıllar önce, 1986’da, ilk roman dosyam koltuğumun altında Belge Yayınları’nın Cağaloğlu’ndaki mekânının kapısına dayandığımda, Ragıp ve Ayşe Zarakolu’nun çok sıcak bir ilgisiyle karşılaşmıştım. Çok heyecanlı bir yayıncılık faaliyeti içindeydiler. Ünlü “Yeni Sesler” dizisini, tam da böyle bir dönemde başlatmışlardı. Bu dizinin ilk romanı benim romanım olmuştu. Yani, Ragıp ve Ayşe Zarakolu, benim yazarlığa gözümü açtığım bir mekânın sahibiydiler. Yıllarca, yüzlerce yazara, şaire aynı muameleyi yaptılar. Türkiye’deki edebiyat, araştırma dünyasına onlarca yeni isim kazandırdılar.
Belge Yayınları’nın Genel Yayın Yöneteni Ragıp Zarakolu şimdi hapiste. Onu ve yayıncılığını yakinen bilen biri olarak, neler söyleyebilirsiniz?
Ragıp Zarakolu, 68 Kuşağı’ndan bir sima. Başından, yani gençliğinden beri, ülkesindeki hak ve özgürlük mücadelesine duyarlı olmuş bir kişi. Bu mücadelesini, yayıncılık alanında yürütmeye çalışageldi. Belge Yayınları, Türkiye’de “sıra dışı” ve önemli işlevler yüklenmiş bir yayınevi olageldi. Bu kurumun en önemli fonksiyonlarından biri, tutarlı bir şekilde muhalif bir yayıncılık yapma çizgisiydi. Bu çizgi, Türkiye’deki müthiş zenginliği ortaya koyan, açığa çıkaran bir çizgiydi. Bir Türk demokratı veya sosyalistinin, bir Kürt yurtseverinin, Ermeni, Süryani, Çerkez, Laz’ın araştırma, roman, şiir veya anı kitabını bulabiliyorsunuz. Belge Yayınları, rengarenk bir ülkeye ayna olmayı murat etmiş bir yayıncılık faaliyetidir. Eksiği, gediği elbette olmuştur, olmaktadır ve olacaktır; bu, onların işlevini yoksaydıramaz. Dolayısıyla, böyle yayınevleri ve böyle bir yayıncılar her ülkeye lazım, diyorum ben.
Yazarın da yayıncının da maruz bırakıldığı baskı ve kötü muamelede bir benzerlik, bir ortaklık mı var?
Bundan 13 yıl önce, yayıncım Zarakolu’nunkine benzer gerekçelerle hapis cezasıyla yüz yüze kalınca, yurt dışına çıkmak zorunda kalmıştım. Şimdi yayıncım içerde. Aslında, Türkiye öyle bir dönemden geçiyor ki, Zarakolu’nun tutuklanması sürpriz değil. Şaşırtıcı da değil ama bütün zamanlar için üzücü ve kınanması gereken bir uygulamadır. Şu, normal bir durum mu: Bundan 13 yıl önce, beni yurt dışına çıkmak zorunda bırakan şartlar, 13 üç yıl sonra, yayıncımın tutuklanmasına gerekçe ya da neden oluyor. Türkiye, demokratikleşme konusunda, bir adım ileri iki adım geri atıp duruyor yani. Demokrasi adına yapılan türlü tevür havarilikler, ortalığa salınan şaşaalı laflar, nutuklar… Bu tutuklama, işin özünde aslında çok da bir ilerleme sağlanamadığının bariz kanıtlarından biri olmuştur. Osmanlı’da ilk kitabın basıldığı tarihten, Cumhuriyet’in 80 yıllık tarihinin bugününe kadar, o topraklarda yazar, şair, gazeteci, yayıncı olmak hiçbir zaman kolay olmadı. Eğer iktidarların, muktedirlerin yağdanlığını yapmıyorsanız; eğer kaleminizi, kurulu sistemin hizmetine sunmamışsanız, başınızın derde girmesi her zaman gündemdedir. Bugün Zarakolu şahsında yaşanan da budur.
Zarakolu’nun tutuklanmasını savunan Başbakan da okuduğu bir şiir dolayısıyla ceza almıştı. Şimdi, akademide ders veren bir yazarın hapsedilmesini nasıl savunuyor?
Türkiye’nin traji-komik durumunu özetleyen bir fotograftır bu. Bu fotografın bir kere daha netleştirdiği şudur: O ülkede öyle bir sistem var ki iktidar koltuğuna oturanlar, muhalefetteyken ateş püskürttüğü bütün kötü olanaklarını kendisi için kullanmaya başlıyor. İktidara gelene kadar oluyor demokrasi havariliği. Doğru, Türkiye’nin Başbakanı Edoğan, yıllar önce partisinin Genel Başkanı iken okduğu şiirde, “Minareler süngü kubbeler miğfer” demiş, yargılanmış ve ceza almıştı. Baykallı CHP başta olmak üzere, Erdoğan’ın hapse girmemesi için, seferber olmayan kalmamıştı neredeyse. Birçok sol, sosyalist sima da bu cezaya karşı tavır aldı. Şimdi o Erdoğan, üçüncü kez Başbakanlık yaparken, Zarakolu’nun tutuklanmasıyla ilgili yaptığı açıklamada, “akademide ders vermiş ama nasıl bir ders vermiş, o önemli. Devrim dersi vermiş. Devrim barışla olur mu” mealinde bir şeyler dile getiriyor. Sadece kendine demokrat olmanın daniskasıdır bu. “Minareler süngü kubbeler miğfer” dizesinde şiddet, silahlı ayaklanma çağrısı, bir silahlı mücadele betimlemesi bulmak ne kadar da kolay oysa!
Bütün bunlar, Türkiye’de “fikir suçu”nun tarihe karışmayacağını mı gösteriyor?
Bugün Türkiye hapisanelerinde bulunan tek yayıncı, gazeteci, yazar elbette Ragıp Zarakolu değil. Türkiye’de “fikir suçu”nun tarihe karışması için, topyekûn bir mücadele vermeliyiz. Dünya kamuoyunun bilgilendirilmesi, ilgili kılınması için yurt dışında bulunan kalem erbabının yapabileceği çok şey var. Dolayısıyla, Avrupa’nın farklı ülkelerinde yaşayan 23 kadar Belge Yayınları yazarı, şairi ve araştırmacısının ortaya koyduğu ortak irade ve tavır anlamlı. Bunun, kıta çapında sürekliliği olan bir irade birliğine yükseltilmesi gerekli ve elzemdir.