Koçgiri ve Dersim’de ödetilen, aynı bedeldi

HASAN ASLAN /hallac.org (21 Kasım 2012)

Viyana – Avusturya Alevi Birlikleri Federasyonu’nun (AABF) üye kurumlarından “Viyana Alevi Toplumu” (AGW), 16 Kasım 2012 Cuma günü, “Koçgiri’den Dersime; ödetilen neyin bedeliydi?” adlı bir etkinlik organize etti. Etkinlik iki bölümden oluştu: Gazeteci-yazar Hüseyin Şimşek tarafından yapılan bir sunum ve Nezahat-Kazım Gündoğan’ın birlikte yönettiği “Dersim’in Kayıp Kızları (İki Tutam Saç)” adlı belgesel gösterimi. Şimşek’in yaptığı sunumunun içeriğini, kendisiyle yaptığımız bir görüşmeyle paylaşalım istedik.

“Koçgiri” nedir, ne anlama gelir ya da neresidir?

Hüseyin Şimşek: Konunun anlaşılmasına hizmet etmesi amacıyla, bugünkü resmî “Tunceli” ilini, “İç Dersim” olarak tanımlamak yanlış olmaz sanırım.“Koçgiri” ise, işte bu “İç Dersim”den geniş çaplı ilk toplu göçle oluşmuş, “bir bölge ve aşiretler konfederasyonu”nun adıdır. Kürtçe’deki “Koça Gır” (Büyük Göç) tanımlamasından türetilmiştir. Bölge olarak ele alındığında, Koçgiri’nin kapsadığı alan, Sivas’ın İmranlı, Zara, Hafik, Kangal, Divriği, Suşehri; Erzincan’ın Refahiye ve Ilıç çevresi; Kayseri’nin Sarız ve Develi yörelerini kapsar. Aşiretler konfederasyonu olarak ele alındığında, içinde yer alan başlıca aşiretler şunlardı: Hormekan, İzolan, Çarekan, Demenan, Şeyh Hesenan, Giniyan, Kürmeşan, Şadiyan, Dimiliyan, Parçikan, Kureyşan, Axucen, Bamasur, Sarı Saltuk, Reşan, Kozan, Bahtiyaran, Kelhuran, Canbegan.

Peki, bu göç ne zaman yaşandı? Bu bölge ve aşiretler konfederasyonu nasıl oluştu?

İlk büyük göç, bugün de Dersim’in ilçeleri olan Nazimiye, Pülümür, Hozat ve Ovacık’tan yaşanmıştır. Tarih olarak, sadece tahmini bir şeyler söyleme imkanına sahibiz. Birçok ilgili kaynakta, bu zaman dilimi, “1500’lü yıllar” şeklinde zikredilir. İlk kafileler, Nazmiye’den yola çıkarak, Erzincan’nın Refahiye ilçesine bağlı ve bugün adı “Gümüşakar” olan köyüne yerleşirler. Kimi araştırmacılara göre, bu köyü bu göç kafileleri kurmuştur ve adını da “Koçgiri” (Büyük Göç) koymuşlardır. Ki köyün adı, yenilenmeden önce “Koçgiri” idi. Fakat göç, o ilk kafilelerle sınırlı kalmaz, devam eder. Göçün dalgalar halinde sürmesi, yeni bölgelerin aranıp bulunmasını zorunlu kılar. Böylece, Refahiye’nin Koçgiri köyünden taşarak, daha batıya, Sivas yöresine doğru dağılma devam eder. Zara, İmranlı, Divriği, Hafik ve Kangal’da yeni köyler kurulur. Koçgiri bölgesi olarak anılacak bölgedeki, Koçkiri köylerinin sayısı 200’ü aşar.

Bu arada, şunu da eklemek gerekiyor: Böyle bir yeni yerleşim alanı oluşmaya başladıktan sonra, göç olayı, “İç Dersim”le sınırlı kalmaz. Koçkiri konfederasyonunu oluşturan aşiretlerin, daha önce “İç-Dersim” dışında başka yerlere gitmiş akrabaları da bu bölgeye gelmeye başlar. Elazığ, Bingöl, Erzurum, Muş, Tokat; hatta Diyarbakır ve Mardin’den de gelen aileler olur. Birkaç örnekle somutlamak istersek, örneğin Hormekanlar’ın Zerikan kolu, Varto ve Mazgirt’ten; Çarekanlar, Tercan’dan gelip bölgeye yerleşir.

Koçgiri’nin oluştuğunu ifade ettiğin dönemde, bu bölgeler Osmanlı’nın egemenliği altında. O “büyük göç” yaşandığında, Osmanlı ne durumdaydı?

Senin deyiminle, “o büyük göç” yaşandığında Osmanlı, genişleme sürecinin ilk dönemlerindeydi. Mesela bu çerçevede, 1590’dan itibaren, ‘beylerbeyi’ uygulamasından ‘eyalet sistemi’ne geçmişti. Ne anlama geliyordu bu? Bilindiği gibi, Osmanlı’nın merkez dışındaki en büyük idari birimi eyaletti. Eyaletin altında sancak, kaza, nahiye ve köyler yer alırdı. Ki 15. Yüzyıl ortalarına kadar, üç eyalet olageldi: Amasya, Tokat ve Sıvas! Sonraki dönemde Kanunî Süleyman, eyalet sayısını 32’ye yükseltecekti.

Şimdi gelelim, Dersim’in, Osmanlı eyalet sistemindeki yerinin ne olduğuna?

Dersim’in, Osmanlı eyalet sistemi içindeki konumu; komşu eyaletler olan Diyarbakır, Erzurum, Harput (Elaziz) ve Kürdistan eyaletlerine bağlı olarak değişip durdu. Tarih sırasına göre, şöyle bir özetleme yapmak mümkün: Eylül 1515’te Osmanlı idaresine giren Diyarbakır, en geniş eyaletlerinden biri olarak, tam 24 sancaktan oluştu. Bu sancaklar arasında, Dersim’in ilçelerinden Pertek de yer aldı. 1518’de ise, Çemişkezek de Diyarbakır eyaletine bağlı sancaklara katıldı. Sonraki önemli değişiklik, 1847’de yaşandı. Bu tarihte, Diyarbekir eyaleti ile Van, Muş ve Hakkâri sancakları; Cizre, Botan ve Mardin kazaları birleştirilerek, “Kürdistan Eyaleti” kuruldu. Eyalet merkezi, önce Van, sonra Muş ve en son da Diyarbakır oldu. Yanı başında Kürdistan Eyaleti’nin kurulduğu 1847’de, Dersim, “sancak” statüsüyle, Erzurum Eyaleti’ne bağlandı. Ki bu dönemdeki Dersim sancağının, merkezi genellikle Hozat olacaktı. Bağlı kazaları ise Ovacık, Çemişgezek, Çarşancak, Mazgirt, Kuzucan (Pülümür), Kızılkilise (Nazmiye) ve Pah.
 
Dersim, resmi olarak ister sancak, ister eyalet statüsünde olsun, Osmanlı egemenliğini daha çok kısmen tanıyan bir bölge olageldi. Sık sık muhtarî (özerk) bir konumda kalmayı başardı. Osmanlı’ya bağlıyken ise, en çok “sancak” statüsünde oldu. Sancaklar, ‘ocaklık’ ve ‘yurtluk’ adı verilen idârî birimlerden oluşurdu ve başlarında aşiret reisleri bulunurdu. Osmanlı, 19. Yüzyıl’la birlikte, eyalet sistemini yeniden düzenledi. Merkezî otorite güçlendirilmek isteniyordu. İlk adımlar, II. Mahmut döneminde atıldı ve 1826’da Anadolu dörde bölündü. Bu süreçte Dersim, Hozat merkez olmak üzere hala sancak statüsündeydi.

Dersim’in, Osmanlı idari sistemi içindeki en önemli statü farklılığını, 1877’de Osmanlı-Rus savaşı patlak verdiği dönemde görüyoruz. Söz konusu savaş dolayısıyla, Osmanlı, Dersim yöresindeki askerî kuvvetlerini Erzurum’a göndermiştir. Bunun üzerine Dersimliler, Osmanlı’nın vergi, asker verme kanallarıyla dönderilen sömürü ve baskı çarkını, bir kere daha kırmak ister. “Muhtarî bir yapı” için başkaldırırlar. İki yıl sonra, 1879’da Osmanlı ve Dersimliler arasında bir anlaşma yapılır. Buna göre, Dersim ilk kez resmen ve kendi adıyla eyalet statüsü kazanır.

Fakat bu tarihten sonraki dönemlerde de, Osmanlı-Dersim ilişkileri hiçbir zaman durulmadı. Gün geldi Erzurum, gün geldi Harput/Elaziz eyaletine bağlandı. Osmanlı, gücü yettikçe, Dersim’i en azından sancak statüsünde tutmak istiyordu. Mümkünse, (resmî işleyişe uymadığı sürece) sancağın da altında bir statüye zorluyordu. Ki, 1892’den Osmanlı’nın yıkıldığı güne kadar, Erzurum Eyaleti’nin Erzincan Sancağı’na bağlı tutulmuştur. Yani Osmanlı 1918’de tarihe karışmaya başladığında, Dersim, resmî olarak sancaklıktan da alt bir statüdeydi. Fiilî olarak ise özerkti.

Cumhuriyet’le birlikte, Dersim’in idarî statüsü ne oldu? Osmanlı-Cumhuriyet arasındaki devamlılıklar ve farklılaşmalar, hangi temelde yaşandı?

Dersim, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında, ‘il/vilayet’ yapıldı. 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan TBMM’de, Dersim ili, altı milletvekiliyle temsil edildi. 1923’te ise, ilçe statüsüne düşürülerek Elazığ’a bağlandı. 1936’da, bu kez “çok özel bir şekilde” tekrar il yapıldı. Artık adı Dersim değil, “Tunceli” idi; “2884 Sayılı Kanun” adıyla da “özel bir kanunu” vardı.

Cumhuriyet’in Dersim’le ilk kavgası ne zaman, neden ve nasıl başladı?
 
1920’de Cumhuriyet fiilen kurulurken, il yapılan Dersim’den, “kurucu meclis” sayılabilecek ilk TBMM’ye altı milletvekili çağrıldı. Yani, “yeni gidişata ayak uydurması kaydıyla”, Dersim hesabın içindeydi. “Yeni gidişat”la ilgili bir ipucu verelim: 1920’li ve 30’lu yıllarda üç-dört dönem Adalet Bakanı olmuş Mahmut Esat Bozkurt’a kulak verelim: “Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı…” Böyle bir ortamda, “Cumhuriyet’e evet ama…” diyerek, kendilerine göre hak ve özgürlük talep etmeye kalkan Dersimliler, bu “yeni gidişat” çerçevesinde daha başından beri kıyıma tabi tutulacaktır. İlk meclisin toplandığı 23 Nisan 1920’den bir yıl sonra, 11 Nisan 1921 tarihinde, genç Cumhuriyet Hükümeti, Koçgiri’ye yönelik geniş çaplı bir bastırma hareketi başlattı. Neden? Gerekçe: “Koçgiri’deki etkili aşiret reislerinden Alişan Bey ve Haydar Bey, isyan hazırlığı içinde!” Nurettin Paşa ve Topal Osman yönetimindeki Giresun Muhafız Alayı, 50 ila 70 bin arasındaki Koçgiri sakinini imha etti. Binlerce, Koçgirili başka bölgelere sürüldü. Bu, Koçgiriler’in ikinci büyük göçü oldu. Böylece Koçgirililer, Sivas ve Erzincan’dan sonra; Kayseri’nin Sarız ve Develi, Adana’nın Tufanbeyli, Kahramanmaraş’ın Göksün, Adıyaman’ın Kahta ve çevresindeki köylere de dağıldı.

Sunumun başlığı, “Koçgiri’den Dersim’e” idi. Dersim’in, Cumhuriyet döneminde vurulmasının “yol haritası” nasıl belirlenmişti?

Bir dizi Kürt ve Alevi “pürüz”ünün giderilmesinden (1921’de Koçgiri’nin kırılması, 1925’te Şeyh Sait Ayaklanması’nın ve 1926 ve 1930 arasında yaşanan bir dizi Ağrı İsyanı’nın bastırılmasından) sonra, 1930’dan itibaren, Dersim son halka olarak başgündem maddesi yapılmaya başlanır. 28 Haziran 1930’da, “1850 Sayılı Yasa” ile “Doğu bölgesinde suç işleyenler her türlü cezai işlemden muaf” tutuldu. Bunlardan, “Hozat Alayı” oluşturuldu. Orduya ve orduya bağlı olarak kullanılacak “Hozat Alayı” gibi bilimum güçlere, “bölgede atış serbest”, “öldürmek mübah” denmişti.

Bu arada, bölgeye yönelik üst düzey araştırma ve ziyaretler serisi de başlatılır. 1935’te, Mustafa Kemal’in talimatıyla İsmet İnönü Dersim’e yakın gider. Geziden sonra, ünlü “Şark Raporu”nu hazırlar ve devletin en üst yetkililerine sunar. Raporda; 1935 ve 36’da yolların ve karakolların yapılacağı, 1937 ilkbaharında askeri birliğin Dersim valiliğinin emrine verileceği, bütün Dersim’in hızla silahtan arındırılacağı yazılıdır. İnönü, “bunlardan sonra Dersim‘e verilecek şeklin safhası başlayacaktır”, der. Dersim’le ilgili raporlar bir birini izler. Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey, “Dersim bir çıban başıdır, behemehal temizlenmelidir”; Genelkurmay, “Dersimli okşanmakla kazanılmaz. Silahlı kuvvet müdahalesi Dersim’e daha çok tesir eder. Türk camiası içinde Kürtlük eritilmeli, ondan sonra öz Türk hukukuna mazhar kılınmalıdır” der.

Çok tartışılan bir konu: Dersim’de soykırım kararı, kimlerin sorumluluğunda alındı?
 
Kimi kişiler, figürler ister işin gereği, ister bir taktik sonucu abartılı olarak çok öne çıksa da toplumsal olaylar ve gelişmeler, kurumsal bazda ele alınmalıdır. Bu, iki açıdan gereklidir: Olayın arkasındaki kollektif/toplu iradeyi es geçip, bir ya da birkaç kişiyi “günah keçisi” yapmamızı engeller; ikincisi, dönemin asıl güç sahiplerinin, uygulamada öne çıkanları önde tutup, kendi sorumluluklarını bertaraf etme gayretlerini boşa çıkarmamızı sağlar. Dersim’deki soykırıma da bu temelde yaklaşmak zorundayız. Şimdi, bu çerçevede gelişmelerin seyrine bakalım.
 
Hazırladığı raporlardan, önerdiği önlemlerden ve “yol haritası”ndan ziyadesiyle yararlanılan dönemin Başbakanı İsmet İnönü, kim noktalarda ya da bir noktadan sonra “etkisiz” olmakla itham edilmeye başlanır. 1935’te hazırladığı raporla çizdiği yol haritası, iki yıl boyunca uygulanır. Sonra, “sen şimdi şöyle kenarda dur biraz”, denilircesine, 20 Eylül 1937’de Başbakan İsmet İnönü, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal tarafından görevinden alındı. Yerine, Celal Bayar başbakanlık koltuğuna oturtuldu. Yeni başbakanın, “eli darda kalmasın” diye de Dersim’in “halledilmesi”ne harcanmak üzere, bütçeye de 1 milyon liraya yakın tahsisat konuldu. Böylece Eylül 1937’den sonra, oluşturulan en üst/tepe karar mekanizmasında, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, Başbakan Celal Bayar ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak yer alırlar.

Başında bulundukları devletin, en üst/tepe karar mekanizmasındaki bu üçlünün nasıl çalıştığını, onlardan birinden, Celal Bayar’dan aktaralım: „Üçümüz Dersim’de yapılan büyük ordu manevralarındayız. Manevranın da sonuna gelmek üzereyiz. Üçümüz bir arada, ‚Ordunun emniyeti bakımından strateji ne olmalıdır‘, onu görüşüyoruz. İkisi de (yani Mustafa Kemal ve Fevzi Çakmak) Birinci Cihan Harbi’nde muharebe etmişler. Ben daha çok izleyiciyim. Malumatları geniş… Dersim’in o halde kalırsa, her zaman ordunun emniyeti bakımından tehlikeli olacağını görüşüyorlardı…”

Mustafa Kemal, Celal Bayar ve Fevzi Çakmak, yukarıdaki minval üzre konuşup danışırlarken, Dersim’deki jandarma karakollarından üç-dördünün basıldığı haberi gelir. Devletin tepesindeki üçlünün bu haberlere verdiği tepkiyi, yine Bayar’dan dinleyelim: “Atatürk’le göz göze geldik. Birbirimizi anlıyorduk. Atatürk benim yüzüme baktı. ‚Ne olacak‘ dedi. Anlıyorum, orada emniyet tesis edilecek. Ne olursa olsun bana hitap edecekler. Hükümet reisi benim. ‚Anlıyorum efendim, bana hitap edişinizin manasını‘ dedim. Atatürk: ‚Sorumluluğu üzerime alıyorum, vuracağız Dersim’i‘ dedi ve vurduk…“ Yanı sıra, Dersim Harekâtı’nda yapılanları, Mustafa Kemal’in kendi eliyle işaretleyerek gösterdiği bir harita da var. Bu harita üzerinde Mustafa Kemal, “buradan girdik, şuradan vurduk” diye ayrıntılı anlatımlarda bulunmuştur. Sözkonusu harita, Trabzon’daki bir müzede duruyor. Şunu da anımsıyalım: Diyarbakır’dan kalkan, üç uçak filosu bölgeye bombalar yağdırmaya başladığında, uçaklardan birini, Mustafa Kemal’in “manevi kızı”, “Türkiye’nin ilk kadın pilotu” Sabiha Gökçen kullanıyordu.

Elini vicdanına koyup, bu soykırımla ilgili gerçeği öğrenmek isteyenlerin, dönemin egemen basınını taraması bile yeterlidir. Günlük haberlerde, devletin en üst/tepe karar mekanizmasının uygulamanın nasıl başında, tam da içinde olduğunu açık ve net izlemek, görmek mümkün. Seyit Rıza’nın, iki adamıyla, bazı kaynaklara göre 5 Eylül, bazılarına göre 10 Eylül 1937’de Erzincan’da yakalandığından; idamların yapıldığı 15-16 Kasım 1937 gecesine kadarki Tan gazetesi nüshaları, bunun kanıtıdır. Gazetenin haberlerine göre, Mustafa Kemal ve devlet ricali, 13-18 Kasım 1937 tarihleri arasında bölgede (Malatya, Elazığ, Diyarbakır ve Dersim-Pertek’te) resmî biz gezi ve teftiştedir. Seyid Rıza ve arkadaşları, 15 Kasım’ı 16 Kasım’a bağlayan gece asılırken, Tan gazetesinin haberine göre, Mustafa Kemal 17 Kasım günü Dersim’e kadar gitmiştir. İlgili haber şöyle: “Atatürk maiyetlerinde Başvekil Bayar, Dahiliye ve Nafıa Vekilleri, orgeneral Kazım Orbay, Umumi Müfettiş Korgeneral Alpdoğan ve diğer zevat olduğu halde Tunceli’ne gitmişlerdir… “ (Tan gazetesi, 18 Kasım 1937)

Peki taraflar, yani devlet ve hükümet ile Dersimliler, bu yaşananları “ne” olarak tanımladılar?
 
Önce, Dersimliler’den başlayalım: Dersimliler, gerek 1921’de Koçgiri’de, gerekse de 1937-38’de “İç Dersim”de kendilerine yapılana, kendi anadillerinde “tertele” der. Bunun Türkçe ifadesi, “kırım” ya da “kırmak”tır. Ki Dersimliler’den iki “tertele” dinlersiniz: İlki, 1915’te tanık oldukları “Tertele Hermeniu” (Ermeni Kırımı); diğeri, 1937-1938’de bizzat yaşadıkları “Tertele Kırmancu’’dur.  Yani Dersimliler’e göre, Dersim’de 1937-38’de olup biten, “soykırım” niteliğinde bir katliamdır!

Gelelim, devlet cephesine: 1 Kasım 1938’de, TBMM’nin “beşinci dönem” açılış toplantısı yapıldı. Mustafa Kemal, hastalığı dolayısıyla toplantıda bizzat yer almadı. Onun hazırladığı açış konuşmasını, Başbakan Celal Bayar okudu. Mustafa Kemal, “Tunceli”de “haydutluk ve eşkıyalık olaylarının bitirilerek ulusal egemenliğin sağlanmasından duyduğu kıvancı” dile getiriyordu.

Özcesi şu: Cumhuriyet, Dersimliler için kanlı parantezi, 1921 Koçgiri katliamıyla oldukça erken açmıştı: Bu katliamdan kurtulup, Seyit Rıza’nın aşiretine sığınan Alişer Bey ve karısı Zarife, sonunda “İç Dersim”de öldürüldü. 1937-38 harekatlarıyla, Dersim’in “kökünü kurutmak” amaçlanmıştı! Yani bu, (uluslararası ilgili düzenlemelere ve kabullere göre ayrıtılı ele alınıp ortaya konabileceği üzere) bir soykırımdı.