“Kendim olma” mücadelemden tanıklıklar – I

hallac.org / 24. 02. 2013

En azından eskiden öyleydi; gazeteciliğe ilk adım, adliye ya da polis muhabirliğiyle atılırdı. Birkaç yıl içinde, bu alandan sıyrılıp başka mecralara dalamayan kişi, “beceriksiz” sayılma tehlikesiyle karşı karşıya kalırdı. Politika, ekonomi, kültür ve sanat, toplum ve yaşam, röportaj, dizi, dosya, gezi… Bunlardan birinde koşturmaya başlamış muhabir, meslekteki kariyer merdivenlerini başarıyla tırmanıyor demekti. “Uzmanlık” atfedilen bu bölümlerden birinde ise, belli bir yaşa kadar çalışmak makbûldür; bir yaştan sonra, hangi alandaysa oraya “şef” olunamamışsa, yine sınıfta kalınmıştır. Yani kısacası, gazetecilikte de ilerlemek, aşama kaydetmek, ilgili alandaki yöneticilik hiyararşisine endekslenmişti. Yaşar Kemallerin, Fikret Otyamların muhabirlik dönemleri çoktan geride kalmıştı.

İlerlemenin, yükselmenin, kendini geliştirmenin, verimini ya da başarısını artırmanın, o alanda ille de yönetici olmaya endekslendiği bir zaman diliminde, Kasım 1986’da gazeteciliğe başladım. Haftalık haber dergisi “2000’e Doğru”nun çiçeği burnunda muhabirlerinden biriydim. Yaklaşık iki yıl boyunca, otuzun üzerinde kente, kasabaya, köye adeta İstanbul’dan pike yaparak onlarca haber, röportaj, dosya hazıladım. Benim hazırladıklarımı, genel olarak “toplum ve yaşam haberleri” şeklinde tanımlamak yanlış olmaz. Sonraki yıllarda, “kültür ve sanat” alanında da çalıştıysam da benim asıl alanım, hâlâ bugün bile “toplum ve yaşam” alanıdır.

1987-1990 arasındaki üç yılı, hâlâ, gazeteciliğimin en gerekli, en heyecanlı dönemlerinden biri olarak yaddederim. “2000’e Doğru”dan sonra, “Nokta”dergisinde devam ettim. 1990’da benim de önüme bir merdiven koydular; tırmanmayı “görev” telakki edip, bir gazeteci olarak sokaktan çekildim. İki yılı aşkın bir süre, dönemin politik aylık dergilerinden “Komün”ün genel yayın yönetmenliğini üstlendim. Bu arada, 1992’den itibaren, yeniden sokağa çıkma fırsatını, bombalanan “Gündem” gazetesine dışardan yazarak yakaladım. “Toplum-Yaşam Servisi”nin başında Yurdusev Özsökmenler vardı önce; sonra, Hüseyin Gündoğdu devralacaktı. İstanbul’u gazeteci olarak keşfetme dönemim oldu.

Aziz Nesin’in başkanlığında, 1993’te günlük “Aydınlık” gazetesi yayımlandığında, burada yer alan yüz küsur yazarın içinde ben de yer alıyordum. Üçüncü kez, gazeteci olarak sokağa çıkma şansım olacaktı. Muhsin Kızılkaya’nın yönetimindeki “toplum-yaşam servisi”nde çalışacaktım. Fehmi Özalp, Cezmi Ersöz, Mecit Ünal, Yılmaz Odabaşı, Ayşe Devecioğlu gibi dostlarla. Ne yazık ki fazla sürmedi; Muhsin Kızılkaya işi bırakınca, yerine önce Fehmi Özalp, sonra da ben bakar oldum. Benin için, heyecanlı tarafı, ilk köşe yazılarıma bu dönemde başlamış olmamdı. Gerisi, yine sıkıcıydı. Aziz Nesin ayrılıp, “Aydınlık” gazetesi de haftalık periyodla (o dönem “Sosyalist Parti”, şimdi “İşçi Partisi“) bir partinin yayını olmaya meyledince, önemlice bir kesimimiz bıraktık işi.

1994 yılında Umut FM, Yurt FM gibi yerel radyolarda programcılık yaptım. Yani, yine büroda, yine ve tamamen masa başındaydım. 1995’te, Türkçe-Kürtçe olmak üzere iki dilli yayımlanan, ama fazlaca da hayat hakkı tanınmayan  “Roj” ve “Jiyana Nû” adlı on beş günlük gazetelere genel yayın yönetmenliği yaptım. “Roj” ve “Jiyana Nû”, peşpeşe kapatılınca, 1996’da, (“Gündem”in devamı) günlük olarak yayımlanan “Yeni Politika” gazetesinde işe başladım.

Aslında “Yeni Politika” gazetesine başvurum, gazetenin son sayfasında, “toplum ve yaşam” haberleri, röportajları yapmaktı. Gazetenin yayın yönetmeni Mehmet Oğuz’du. Takdir ettiğim bir gazetecilik anlayışı ve yaklaşımı vardı. Bunu ne kadar uygulama olanağı bulduğu ise, başka bir mesele. Bir şekilde, kendimi “toplum ve yaşam servisi”nin başında buldum. Bir kere daha büroda ve masa başındaydım. Her Pazartesi Gülten Kışanak, Yurdusev Özsökmenler, Temel Demirer gibi simalarında yer aldığı “yazıişleri”  toplantılarına giriyor, servisimdeki üç-dört muhabiri çekip çeviriyor, “taşra”dan gelen haberleri düzenliyordum. “Yeni Politika” kapatıldı, yerine “Demokrasi” çıktı; orada da aynı minval üzre çalıştım. Bu yıllarda, arada bir “Tempo”, “Aktüel”, “Akis”, “Yön” gibi haftalık dergilere; “Cumhuriyet” gazetesine yaptığım tek tük haber ve röportajlar sayılmazsa, bir daha “sokak gazeteciliği”ne dönemedim.

Mayıs 1998’de Avusturya’ya gelmezden önceki son iki işim, Aydın Grubu’nun yayımladığı “Yeni Ufuk” gazetesinin yazıişlerinde ve “Taraf” gazetesini çıkaracak olan “Alkım Yayınları”nın editörlüğünde çalışmak oldu. Gazetecilik hayatım boyunca, ilk kez “iyi para” kazanmaya başlamıştım, ama mutsuz ve huzursuzdum. Özellikle de Savaş ve Başar Arslan, babalarından devraldıkları yayıncılığı, “Alkım Yayıncılık”ta oldukça başarılı götürüyorlardı. Beni de benimsemiş, ellerinden gelen yatırımı yapmışlardı. Fakat, ben orada başarılı ama kendim değildim ne yazık ki! Gezip görmek, sorup öğrenmek, araştırıp ortaya çıkarmak, konuşup konuşturmak, resmedip yazıya dökmek tarihe karışmıştı. Artık bir bakmışsın Şırnak, Diyarbakır, Batman, Sinop, Tire, Edirne, Adapazarı, Konya, Ankara’da değildim. Kanun kitapları, üniversiteye hazırlık kitapları redakte etmek ve basıma hazırlamakla meşguldüm. Bu arada, beş tane kitabım yayımlanmış, kiminin yeni baskılarını yapmak gerekirmiş…

Yok, tadı tuzu kaçmıştı! Gezgin, hareketli, sokak gazeteciliğimin köküne kibrit suyu sıkmışlardı. Sistem böyle çalışıyordu. Bense sisteme ayak uydurmak istemiyordum. Yayın yönetmeni, haber müdürü, yayın müdürü, bölüm şefi… “Kendim olarak” kalma mücadelemde başarılı olamadıkça, kendimi bulduğum alanlardı bunlar. Önüme konan “merdiven”e tırmanmama inadım, Avusturya’da da sürdü. Burada da, en azından “göçmen dünya”da çark Türkiye’deki gibi işliyordu. Ağız tadıyla, hevesle, heyecanla gazetecilik ve yazarlık yapmak ile yöneticilik yapmak arasında, “bir adım ileri iki adım geri” misali bir manzara var sanki.

Bunu da gelecek yazıda paylaşmak üzere, nice mutlu yıllara; huzur, sağlık ve arzuladığınız başarıyla!..

huseyin.simsek@gmx.at