İşte, Ayrımı Bol Bir Yol

HAYDAR OĞUR / (Yeni Demokrasi / Ekim 1987

İstanbul – Belge Yayınları olumlu çabasını Yeni Sesler dizisinin ikinci kitabıyla sürdürüyor. İkinci kitap Hüseyin Şimşek’in. Şimşek bu kitabında, 1983‘te yaşanan 27 günlük açlık grevini romanlaştırmış. Kitap baştan sona trajik bir iç monolog ekseni üzerinde yürüyor. Belli ki yazar romanının kahramanını kendi kendiyle söyleştire söyleştire uzun soluklu bir psikolojik şiir düzmeyi denemiş….

Genç yazar Hüseyin Şimşek’in romanı, paradoksal bir eylemin anlam dolu öyküsünü içeriyor. ‘’Hiçbir işe yaramadı değil, ama anlaşmasız bitmişti grev“ diyor Şimşek kitabın bitimine doğru. ‘’Yüzler asık, moraller bozuktu. İdareyse daha ilk günde, fiziki saldırı havasına girmişti.“ Oysa ‘’öncekinde (kastedilen 28 günlük açlık grevidir, görkemli bir direnişle bitmişti çünkü-bn) tam bir hafta aç açına, günde iki sefer dayak yenmişti de… Evek evet, yenmişti de bu kadar bırakan olmamıştı. Bırakıp gidenlerin söylediği gibi, hiç de amaçsız kalmamıştı grev.“

Şimşek’in bu saptamalarına katılmamak elde değil tabii. Gerçekten de 28 günlük açlık grevi, Metris’te direniş odağında kocaman bir gediğe yol açmışken, 27 günlük, şaşılası bir yarığa sebep olmuştu. Öyle ki daha grevin ilk günlerinden itibaren iyi niyetli bir sürü unsur dayanamayıp eylemi bırakmış, ‘’kararsızlar‘’ ise ‘’amaç boşluğu‘’nu bahane ederek soluğu bağımsızlarda almıştı. Yine de bütün bu dökülmelere ve olumsuzluklara rağmen kararlı direnişçi kitle, eylemin sonuna değin kendi iç istikrarını korumasını bilmiş, direniş potansiyelini ‘’siyasal teşhir‘’ noktasında sonuna kadar zorlayarak sorunlarını ülke ve dünya kamuoyuna yansıtmasını kısmen de olsa başarmıştır. Ama bütün bu çabalar da dahil olmak üzere, diğer tüm fedakarca çırpınışlar eylemin trajik sonunu ne yazık ki önleyememiştir.

Neden trajik?

Trajik çünkü kitap boyunca belirli bir ideali gerçekleştirmek için direnen onca insanın ani yenilgisi, bizde derin bir üzüntü ve acıma hissi uyandırır. Çünkü o insanlar grev boyunce bizim ideallerimizi temsil ettikleri ve onun uğruna direndikleri için haklı olarak bizim sevgimizi, ilgimizi ve yakınlığımızı kazanmışlardır. İşte bundandır ki, roman kahramanı Hayri’nin yanlış anlaşılmaktan doğan ‘’suçsuz yere suçlu‘’ sonu bizi derinden sarsar, üzer ve hatta sinirlendirir.

Hayri kimdir? ‘’Dününden, kimi günleri ayıplı.. İşkenceli sorgu senaryolarına, bilerek ya da bilmeyerek bir figuran olarak kayıtlı…‘’ Özürlü bir devrimci. Ama her şeye rağmen direnen, direndikçe yaşayan bir devrimci! Açlık grevinde, koğuşta sağlık durumu iyi olmayanların içinde belki de en kötüsü o. Sürekli mide kanaması geçirmekte, ciğerleri dışarı taşarcasına öksürmekte, dahası ‘’pis pis‘’ balgam tükürmektedir. Bir kez revire kaldırılır ama tedavi kabul etmediği için hemen geri çevrilir. İkinci gidişinde ise baygındır. Habersiz serum takılır, Ayıldığında korkunç bir tepkiyle cihazı çeker atar ama iş işten geçmiştir. Çünkü ondan önce koğuşa gidip de grevi bırakan Hasan, Hayri’nin serumu, gönüllü kabul ettiğini söylemiştir. İkinci gün koğuşa döndüğünde her zamanki sıcak ilgiyi bulamaz. Durumu her ne kadar arkadaşlarına izah ederse de kimse oralı olmaz. Hayri de kuşkuludur. ‘’Acılarıma kapıyı gösterip, hiçbirinin gitmeye niyetli olmadığını görünce, onları barındıran seni, kendi pençelerimle söküp fırlatmak için can atıyorum yüreğim‘’ der durur. Gerçek ise, Recep’ten gelen notla açığa çıkacaktır. Hayri notu almak için percere önündeki ranzaya çıkar. Buruşuk bir kağıttır bu. Özenle açar. Okur. Okuouğu gibi oe beyninden vurulmuşa döner. Hırsından kendini tutamaz. ‘’Yalan!.. Kahpe yalan! Nasıl olur da inanıverirsiniz hepiniz‘’ diye bağırır. Ve bütün hızıyla ayağa kalkmaya yeltenirken, dengesini kaybeder, kafasının arkasıyla duvarda gümler.

İlerici insanlar için tarihsel anlamda çelişkin olaylar trajiktir. Bundan ötürüdür ki, Hayri’nin kollektif bir ideali gerçekliğe dönüştürme yolundaki bu direnişinin kendi iradesi dışındaki bir müdahaleyle yarılanması, kaza sonradan grevi bırakan Hasan‘ın, Hayri’nin tedaviyi gönüllü kabul ettiğine dair tuhaf ithamı bizi her ne kadar derinden yaralasa da, roman kahramanına karşı olan ilgimizde, güvenimizde ve sevgimizde herhangi bir eksikliğe yolaçmaz. Çünkü biz biliyoruz ki, bütün özürlü geçmişine rağmen Hayri’de aslolan hiçbir zaman yokolmamıştır. Derin insansal öz ve devrimci siyasal kimlik! Zaten bu olay da, yıllardır direnme tecrübesiyle donana donana pişen devrimci bir kitle içinde olsa olsa bir daha tekrarlanmayacak talihsiz bir ayrıntı olarak kalmıştır. Aslında yazarın bu ayrıntı yerine tüm bir dönemi projekte eden tipik durumlara başvurması bizce en doğru olanıydı ama, yine de sırtını direnişin tam orta yerine dayamış şanslı bir yazar olarak Şimşek’in ‘’Ayrımı Bol Bir Yol‘’u, tarihsel bir an‘ın içinden betimlenmesi olarak önem kazanıyor.

Sonuç olarak; Yaşanmışlığın verdiği bir birikimle yola çıkılarak alabildiğine içten, mütevazi ve sanki bir çırpıda oturulup yazılmış bu lirik romanın yazarının dil eklektizmini ve bazı tuhaf sözcüklerini görmezlikten gelirsek, Yusuf’un ölüm olayını (Çünkü 27 günlük açlık grevinde böyle bir ölüm olayı yok-bn) alegorik bir süsleme olarak kabul edersek, ‘’fena bir ‘karşı tarih‘ çalışması değil‘’ diyebileceğiz galiba.