Yeni Sesler dizisi: Bir konjonktürün yarattığı kitaplar!

ÖMER FARUK / Cumhuriyet, 25 Ekim 1987

Biraz sonra asmaya götürecekler beni/Biraz sonra dalımdan koparıp öldürecekler beni” dizeleri “Yeni Sesler” dizisinin ilk kitabının yazarı Ersin Ergün‚e ait. Belge Yayınları’nın yöneticisi Ragıp Zaralı, bu tip bir diziye “Bugün ‚resmi tarih‘ kendini yeniden üretiyor. Halkın yine ‚tarih öncesinde‘ kalmaması için…“ başladıklarını söylüyor. “Yeni Sesler” dizisinden şimdiye kadar üç kitap yayımlanmış durumda. İlk kitap olan “Bir Avuç Şiir”in yazarı Ersin Ergün, 1981’den beri cezaevinde. İdama çarptırılmış, ama Yargatay cezayı bozmuş. 1957 doğumlu. İkinci kitapsa bir roman: “Ayrımı Bol Bir Yol”. Yazarı Hüseyin Şimşek, 1981-85 yılları arasında cezaevinde kalmış. Şimdi bir haftalık haber dergisinde çalışıyor. 1962 doğumlu. Üçüncü kitap yine bir roman: “Gün Dirildi.” Yazan A. Kadir Konuk, beş yıldır cezaevinde ve idam cezası Yargıtay’ca onaylanmış durumda. Basılması için sırada bekleyen dördüncü kitapsa şiir; yazan Ayşe Hülya Özzümrüt, müebbete mahkum.

Dizinin dışarıdaki tek yazarı

Yeni Sesler” dizisinin ikinci kitabı bir roman: “Aynmı Bol Bir Yol.” Yazan Hüseyin Şimsek. 1981-85 yılları arasında cezaevinde kabmış. Şimdi bir haftahk haber dergisinde çalışıyor. Diziyi karakterize eden iki özellik var: Cumhuriyet tarihinin en çalkantılı dönemi diye nitelendirebileceğimiz 1970-80 yılları arasında yaşanan toplumsal çatışmalarda yazarların taraf olması ve 12 Eylül’den sonra kapatıldıkları cezaevinde yazmaya başlayarak kendi konumlarını savunmaları. Kitaplarda işlenmeye çalışılan temalar ise genel olarak aynı: Devrimcilerin dışardaki mücadelesi, cezaevinde uğradıkları baskılara karşı onurlarını yitirmeme çabası ve yaşamaya olan tutkuları.

Herhangi bir edebiyat türüne bağlı kalmaksızın salt politik konjonktürle var olabilecek böylesi bir diziyi oluşturma gerekçesini Ragıp Zaralı şöyle açıklıyor: “Türkiye’de yaşanan yoğun bir toplumsal bunalım döneminin, belgesel edebiyat türü çerçevesi içinde kitaplaşmasına yardımcı olmayı amaçladık. Böyle bir kaygıyı, çok karmaşık bir dönemi ikinci elden ve yüzeysel bir yaklaşımla, salt olayların çarpıcılığını kullanmakla yetinen bazı ürünlerin yavgınlaşması karşısında duyduk.”

Biraz tereddüt ederek sorduğum “Yayımladığınız metinlerin sanat düzeyini dikkate alıyor musunuz?” sorusuna ise, “Elbette, belli bir düzeyi gözetiyoruz. Salt belgesellik, ya da belli düşüncelerin savunulması yeterli olamaz” diye cevap veriyor. Diziye ilginin çok olduğunu, tek tek yollanan şiir ve öykülerden antolojiler yapmayı düşündüklerini, ayrıca yine içerde yapılmış desen ve renkli resim çalışmalarını da yayımlamak istediklerini belirtiyor Ragıp Zaralı.

Cezaevinde 30 gün süren açlık grevini romanına konu olarak seçen Hüseyin Şimşek, 1962 doğumlu olmasına rağmen 35 yaşında gösteriyor. Cezaevindeki zorlukların yazmaya pek uygun olmadığını düşünerek sorduğum “Nerede yazdın?” sorusuna, “Dışarda yazdım. Akrabalara yolladığım mektuplardan yola çıkarak romanı oluşturdum. Soyadınızın tutmadığı mektupları yollamıyorlardı. Ben de hep onlara yazmıştım. Onlar da mektuplar atmamışlar. Çıkınca toplayabildim” diye cevap veriyor. Daha önce politik çatısmalar yüzünden edebiyatla ilgilenemediğini, arada yazdığı bazı şiirlerin “marş” niteliğinde şeyler olduğunu, ama artık yanlış bulduğu bu anlayışı aşarak başka şeyler yapmak istediğini belirten Şimşek, cezaevinde ilk şiir denemelerine, 35 gün kaldığı sorguda sigara kâğıtlarına yazarak başladığını söylüyor.

Edebiyatın kurmaca bir sanat olduğunu düşünürsek, cezaevi koşullarının senin düş gücünün gelişmesindeki (ya da gerilemesindeki) etkisinden söz eder misin biraz?

İnsan içerde sağlıklı yaşamak için düş kurmak zorundadır. Düş kurmazsa yaşayamaz. İçerde mekân çok dar, ama insan onu kafasında genişletiyor. Vücut içerde kalıyor, ama düş dışarıya, gezmeye gidiyor. O ana kadar dikkat edilmeyen birçok ayrıntı anlam kazanmaya başlıyor. Dışarı çıkınca içerdeki düş yoğunluğunu yakalayamadığımı hissettim.

Peki, cezaevinden başka kitaplar gelecek mi sence?

Hem de çok, özellikle şiir. Roman yazmayı da çok isteyen var. Ama kâğıtsızlıktan, dışarı çıkaramama korkusundan yazamıyorlar.

1970-80 dönemi kimi insanlar için çok çeşitli deneylerin biriktirildiği bir dönem oldu. Yazarlığı düşünmemelerine rağmen bu kadar çok insanın şiire, romana yönelmek istemesinin bu konjonktürle bağlantısı üzerine sen ne diyorsun?


Bu dönemde sınıf mücadelesinin bütün bir toplumu kapsayacak kadar çok derinleşmesi temel neden. Bu dönemi yaşayan insanların kişisel yoğunlukları da çok arttı. Diğer dönemlerde olmadığı kadar çok acı, işkence, ihanet, baskı yaşandı. Bunları yaşayanlar şimdi roman, şiir, resim gibi araçlarla yaşadıklarını dışa vurmak istiyorlar.