RESMİYE ASLAN / hallac.org, 5 Ocak 2016
Viyana – Günümüzde, parası olan yazar ve şair oluyor. Piyasa, her fırsatta bu tür kitapları önümüze sürüyor. Bana göre, yazanın parasıyla basılan kitapların çoğu, edebiyat ortamını kirletiyor. Çoğu, sanatsal ve edebî bir değer taşımaktan uzak. Seçici bir okur olarak, bu tür kitapları okuyarak zaman kaybetmek istemem.
Şu an elimde yeni bir kitap var: Hüseyin Şimşek’in, “Türkiye den Avusturya’ya Göçün 50 Yılı”! Kitap, Türkiye’de ve Eylül 2014 içinde Belge Yayınları tarafından çıkarılmış. İçinde bulunduğumuz yılın anlamına uygun bir çalışma. Gazeteci-yazar Hüseyin Şimşek’i, ”Öneri” gazetesinde yazmış olduğu köşe yazılarından tanıdım. Avusturya’da yaşayan göçmenlerin güncel sorunlarına getirdiği objektif yorumları ilgimi çekmişti. Daha sonra, “Bu Nasıl İstanbul” adlı romanı ve “Yüzünüz Karşı Duvar” adlı şiir kitaplarını okudum. Temiz dil kullanımı, düzgün anlatımıyla “okunmalı” dediğim göçmen yazarlarımızdan biri.
Şimşek, “Türkiye den Avusturya’ya Göçün 50 Yılı” adlı bu son kitabında, Avusturya’da yaşayan Türkiyeli göçmenlerin 50 yıllık tarihlerini incelemiş, araştırmış. Daha çok verilere dayalı bir çalışma. Bu alanda bir “ilk”. Gelecekte yazılacaklar için önemli bir kaynak kitap. Beş ayrı bölümden oluşan kitap, beş ayrı araştırma konusunu da içinde bulunduruyor. Bu kitabın Almanca baskısı da en kısa zamanda raflardaki yerini almalı. Zira yazarımızın da dediği gibi, “ikinci vatanda yaşıyoruz” ve Almanca konuşuyoruz.
Yazar, “Avusturya’nın Uzak Tarihi ve Bugünü” adı altında topladığı birinci bölümde, “Austrofaşizm”e de yer veriyor. Şimşek bunu yapmakla, bugün yabancı düşmanlığı politikası yaparak ayakta kalmak isteyenlerin, dün de “sütten çıkma ak kaşık” olmadıklarını göstermiş.
Türkiye kökenli nüfusta örgütlenme ve kurumlaşma döneminin anlatıldığı bölümde, 1964’te kurulan ilk öğrenci derneğinden başlanarak, (sag ve sol her iki taraftan da) bugüne kadar kurulan bütün dernek ve kurumlar sıralanıyor. Bu kurumların hemen hepsinin Türkiye bağlantılı oluduğu ve Türkiye’nin değişen siyasi durumuna göre iniş çıkışlar yaptıkları, dağılıp toplandıklarını görüyoruz. Avusturya’daki göçmenlik halimizden dolayı yaşadığımız sorunlara çözüm aramak üzere ortaya çıkmış herhangi bir örgütlenme, neredeyse söz konusu değil. Yazar Şimşek, kadın derneklerinin ele alındığı başlık altında, bunu ilk kez ve bir istisna olarak kadınlarımızın başardığını da göstermiş oluyor. Adı geçen kadın derneklerinden olan “Birlikte Öğrenelim Derneği”, benim de tanıklık ettiğim ve bugün hâlâ başarılı çalışmalarını sürdüren bir kurum.
Bence, Avusturya’nın Avrupa Birliği üyesi olmadan önceki ve üye olduktan sonraki döneme özgü meydana gelenler, göçmenler açısından da önemli. Kitapta buna yer verilmemiş olması, bana bir eksiklik gibi geldi. Öte yandan, 50 yılı bütün olup bitenleriyle bir kitapta toplamak, elbette mümkün de değildir.
Yazar Şimşek kitabında, “Türkiye kökenlilerin işgücü olarak Avusturya ya göçü, kahvenin hatır sınırını (40 yılı) çoktan aşmış bulunuyor”, diyor ve devam ediyor: “Anlatılan, hem doğdukları ve belli bir yaşa kadar büyüdükleri, hem de daha iyi yaşam uğruna göç edip yerleştikleri ve ölene kadar kaldıkları topraklara ağız tadıyla, tereddüt etmeden ‘vatan’, ‘yurt’ veya ‘memleket’ diyemeyenlerin hikayesidir.” Bu satırlar, 2010 yılında seyrettiğimde, “bana babamı anlattı”, dediğim “Gurbet” filmini hatırlattı. Yönetmen ve senarist Kenan Kılıç’ın imzasını taşıyan filmin siyah-beyaz bir sahnesinde, 1964’lerde Avusturya’ya gelen Türkiyeli bir göçmen, “İch bin Auslander” (Ben bir yabancıyım) diyordu.
Yönetmen Kenan Kılıç’ın birinci kuşak göçmenleri anlatan “Gurbet” filmi gelecek kuşaklar için sinema arşivindeki yerini alırken, yazar Şimşek kitabının son bölümüde şu belirlemeleri yapıyor: “50 yılı geride bırakan Türkiye kökenli toplum, artık kesinlikle işçilerden oluşmuyor. Onları, ülkede geçerli kapitalist üretim-bölüşüm sistemin her alanında bulmak mümkün. İşçi ve emekçisi, küçük burjuvası, büyük sermaye sahibi olanlarıyla bu toplum da artık sınıflı bir toplum.” Bu belirlemeler, ”Gurbet” filmindeki sahnenin artık değiştiğini gösteriyor. Yönetmen Kılıç, ikinci ve üçüncü kuşakları anlatan yeni bir film yapar mı bilinmez. Eğer yaparsa, bu yeni filmde, “Ich bin nicht mehr Auslander” (Ben artık yabancı değilim) diyen yeni bir neslin ve renkli karelerle yer alması temennimdir.
Biz artık “yabancı” da, “göçmen” de değiliz; “Yeni Avusturyalılar”ız. Şimşek’in kitabı, bunu açıkca ve kanıtlarıyla ortaya koyuyor. Elbette 472 sayfalık bir kitaba, 50 yılı a’dan z’ye sığdıramazdı. Bir “yeni”yi, bir “ilk”i başardığı için kendisini kutluyorum.