Şimşek: Yeni vatan, anavatanın arka bahçesi değil

RAMAZAN YAYLALI / hallac.org, 20.12.2015

Viyana –
Hüseyin Şimşek 1998’de bu ülkeye geldiğinde, 11 yıllık profesyonel gazeteciydi. Roman, şiir, araştırma, röportaj dalında yayımlanmış kitapları vardı. Şimşek’in son kitabı, Eylül 2014’te çıkan “Türkiye’den Avusturya’ya Göçün 50 Yılı” oldu. “Avusturya’da Aleviler” kitabı baskı aşamasında. Şimşek’le hem bu son çalışmalarını, hem de Türkiye kökenli toplulukların buradaki hallerini, gidişatını konuştuk.

“Türkiye’den Avusturya’ya Göçün 50 Yılı” adlı son kitabınızı yazma fikri nasıl doğdu?

Hüseyin Şimşek:
Bu ülkeye geldiğim 1998’de, yaklaşık 11 yıllık profesyonel gazetecilik sürecini bıraktım İstanbul’da. Türkiye’den ayrılma zorunluluğu doğması, elbette benim açımdan çok kötü oldu. Dille, yazmakla yatıp kalkan, kendini vareden, hayatını kazanan birisiniz, dilini bilmediğiniz bir topluma katılıyorsunuz! Bir anda her şeyin elinizden uçup gitmesi demektir bu. Temel gereci, aracı dil olan gazeteci için bir çeşit felaket. Burada hazırlanan ve basılan Türkçe tek bir gazete yoktu henüz. Kendimin de yazacağı bir gazete çıkarma fikri doğdu.  Gelişimden altı ay kadar sonra, aylık Öneri gazetesini çıkarmaya başladık. O gazetenin ilk sayılarından itibaren, buradaki Türkiye kökenli toplumu tanımaya ve tanıtmaya yönelik haberler, makaleler, söyleşiler yayınlar olduk. Dolayısıyla bu gazetenin çıkışı, “Türkiye’den Avusturya’ya Göçün 50 Yılı” adlı kitabımın verilerinin toplanmasının da başlangıcıdır.

Benzer bir veri toplanması süreci, Ocak 2007’de hazırladığımız ve Yol Tv’de yayımlanan muhtelif haber programları, belgeseller sayılabilir. Haziran 2013’e kadar yayımlanan programların bölüm sayısı, tamı tamına 100’ü buldu. Ki bu programlar serisi içinde yer alan 10 bölümlük “Avusturya’da Aleviler” adlı belgesel, özel bir öneme sahiptir. İlk kitap fikri, bu belgeseli yazılı bir kaynak haline de getirme şeklinde kesinleşti. “Avusturya’da Aleviler” adlı dosyanın yazımına başladım. Bir yandan da “giriş bölümü” hazırlıkları yapıyorum. Nasıl bir ülkedeki Alevilerdi anlatılanlar; nereden ve kimlerle gelmişlerdi? Bu, benim Avusturya’nın genel azınlıklar tarihine, Türkiye kökenli göçmenlerin 50 yıla dayanan hikâyesine ayrıntılı, enine boyuna dalmama sebep oldu. Böylece, “Avusturya’da Aleviler” ertelenerek ikinci kitap konumuna girdi. “Türkiye’den Avusturya’ya Göçün 50 Yılı”, Eylül 2014’de yayımlandı. “Avusturya’da Aleviler”in ise prova baskıları yapıldı, 2015 yılı başında o da dağıtıma sunulmuş olacak.

Kitabın nasıl bir amaca hizmet edeceğini umuyorsunuz?

“Türkiye’den Avusturya’ya Göçün 50 Yılı”, aralıksız çalışma temposuyla bir buçuk yılımı aldı. Oldukça yorucu bir çalışma oldu benim için. Araştırma, roman ya da şiir yazmaya benzemiyor. Yaratıcı işçilikle, işlevsel ya da misyonel işçilik arasında çok fark var. Ama çok sayıda okuma etkinliklerinde ortaya çıkan manzara, bunun gerekli bir çalışma olduğunu gösterdi. Bu da yazım aşamasında çekilen sıkıntıları, boğuntuları şimdilik en azından hafifletiyor, daha sonra da unutturacak diye umuyorum. Kitap, birçok açıdan “bir ilk” olarak tanımlandı. Ancak, Avusturya’daki Türkiye kökenli toplumun “kitabı yazıldı” diyemeyiz. Benim ortaya koyduğum çalışma, o toplumun yazılması gereken kitabının bir önsözü, belki de bir taslağı sayılmalıdır. Bu alan, daha çok sayıda kitap kaldırır yani. Ben, Türkiye kökenli toplumun yaşadığı ülkeyi tanıması ve onun nasıl bir parçası olduğunu, nasıl bir parçası olması gerektiğini anlamasına veriler sunmak istedim. Avusturya’nın “yerli” toplumuna da Türkiye kökenli toplumu kelimenin gerçek anlamında tanıtmak. Avusturya’yı yeni vatandaşlarına, yeni vatandaşlarını da Avusturya’nın toplamına tanıtan ve anlatan bir işlev görmek. Özellikle de “Yeni Avusturyalılar” olarak tanımlanan topluluklarla ilgili yüzeysel, önyargılı, toptancı yaklaşımların kırılmasına veriler sunmak.

Öte yandan, kendi ülkelerine dönme hak ve özgürlükleri olmasına rağmen, dönmeyip kalan ve “Yeni Avusturyalılar” olarak tanımlananların da “yeni vatan”ı, “anavatan”ın arka bahçesi olarak düşünmekten kurtulması gerekir. Yeni vatan, kelimenin bütün gerçek anlamlarında yeni bir vatan sayılmalıdır. Ne ”gurbet”, “ne ömürlük gurbet”, ne “sürgün yeri”! Dönmeyip kalanlar için anavatan, geçmişleri ya da mazileridir. Madem ki bugün yeni bir vatanda yaşıyorlar, madem ki yarınlarını da bu yeni vatanda planlıyorlar, buna uygun bir yaşam felsefesi, anlayışı, tarzı kaçınılmazdır. Yoksa, yabancılaşmanın sayısız türlerinden birinin mecrası olarak sürer ve öyle tükenir ömür. Bu, hiç de tercih edilebilecek bir şey değil.

İçeriğine yönelik daha somut konuşmak gerekirse, kitap neleri kapsıyor? Kaç bölümden ve hangi anabaşlıklardan oluşuyor?

Kitap, beş bölüm. İlk yüz sayfası, Avusturya’nın özet, azınlıklarının ise biraz daha ayrıntılı tarihini kapsıyor.  Ardından ikinci bölümde, bu ülkede Müslüman bir nüfusun oluşumuna geçiliyor. Çünkü, Avusturya’da yaşayan Türkiye kökenli nüfus, ezici bir çoğunlukla İslam dairesi içinde ele alınır. Üçüncü bölüm, Avusturya’da Türkiye kökenli bir nüfusun oluşumuna ayrıldı. Ne zaman, nerelerden, nasıl, nerelere geldiler? Kitabın -bence- en özgün bölümü, dördüncü bölüm; ki burada, 1964-2014 yılları arasındaki kurumlaşma anlatılır. Bütün kurumlaşmalar; sağ ve Türk-İslam hattında, sol ve sosyalist yelpazede, Türkiye kökenli Kürtlerde, Alevilerde, Hıristiyanlarda ve kadınlarda olmak üzere, ayrı temel başlıklar altında ortaya konur. Son, yani beşinci bölüm ise, bir zamanların “misafir işçiler”inden, nasıl oldu da birden fazla (dinî ve etnik) yeni azınlığın ortaya çıkışıyla ilgili.

Türkiye kökenli toplulukların azınlıklar içindeki konumuyla ilgili neler söyleyebilirsiniz?

Türkiye kökenli topluluklar, artık “göçmen” olarak ele alınmamalı bence. Dinî temelde, resmen tanınan azınlıklar içinde yer alıyorlar. “Ulusal topluluk” ya da “halk grubu” halleri resmen tanınmasa da fiilî olarak bu kıstaslara göre de birer azınlıktırlar. Avusturya’da tanınmış beş “ulusal topluluk” ve “halk grubu” var: Hırvatlar, Slovenler, Macarlar, Çekler, Romanlar ve Slovaklar. 2013 resmî istatistiklerine göre Hırvatlar 63 bin, Macarlar 50 bin, Çekler 46 bin, Romanlar 40 bin nüfusa sahip. Aynı yılın verilerine göre Türkiye kökenlilerin nüfusu 275 bin; bunun 150 bine yakın Türk, 75-80 bin kadarı Kürt olarak tahmin ediliyor. Sonra Zazalar, Araplar, Asurlar, Ermeniler sıralanır. Sayıların gösterdiği üzere, Türk ve Kürtlerin nüfusu, resmen tanınmış azınlıkların her birinden çok daha fazla. Bu topluluklar, günümüzde dört kuşaktan oluşuyor ve son iki kuşak Avusturya doğumlu. “Uzak bir göçmen köken”de sayılır. Azınlık sayılma statüsü, farklı açılardan tartışılmaya başlanmalıdır. Bunu açmamız lazım, gerekli mi değil mi ortaya çıksın, bir sonuca varılsın.

Peki, Türkiye kökenli toplulukların sosyolojik yapısı, nasıl bir dönüşüm yaşadı?

Artık sadece erkek işçilerden, artık sadece işçilerden, artık sadece işçi ailelerinden oluşan bir topluluklar kümesi yok. Kapitalist üretim ve tüketim süreçlerinin tamamında inşası tamamlanmış, kendi içinde de çoktan sınıflara ayrılmış bir toplumla karşı karşıyayız. İşsizi, işçisi, memuru, esnafı, büyük sermayedarları var. Bu aynı zamanda şu anlama gelir: Her bir yeni azınlık, Avusturya toplumunun ayrışmasına ayak uyduran bir ayrışma içindedir. Kendi içinde ayrışırken, her bir ayrışan parça, kendi sınıfsal konumuna uygun bir temelde Avusturya toplumuyla bütünleşiyor. Kiminin ÖGB ve AK’ya, başkalarının WKÖ’ye üye olmasının ciddi bir anlamı var. Ne var ki özellikle de azınlık topluluklarda, bu aslında en sahici ayrışma, hem ulusal hem de inançsal “yapıştırıcılar”la geri planda tutuluyor. Azınlıklarda, sınıf bilincine paralel kinliğini önde tutanlar küçük bir azınlığı oluşturuyor.

Kitap, Avusturya’yı ve Türkiye kökenli Avusturya topluluklarını anlatıyor. İlk basımı Türkçe yapıldı. Alanca’ya da çevirilecek mi?

Benim bu kitaptan asıl beklentilerim aslında Almanca baskısı üzerine kurulu. Çalışmanın, ülkedeki insanların tamamı hesaba katılarak sunulması, ancak Almanca ile mümkün olacaktır. Şu anda yarıya yakını çevrildi. Yayınevi arayışlarımız sürüyor. İletişimde olduklarımız var, ama kitabın tamamı çevrilmedikçe bu konularda bir kesinleştirme söz konusu olamıyor. Sanırım, 2016’nın ilk yarısında olmasa bile, ikinci yarısında Almanca baskısı da yapılmış olacak. Ne de olsa 500 sayfalık bir kitap, çok da kolay değil. Almanca baskısı çıktığında, hemen etkinlik yapacağını deklere eden Avusturyalı kurumlar olduğunu da ekleyeyim.

Sırada -yazarlık çerçevesinde- ne tür yeni çalışmalar var?

Ben aslında, yazınsal ağırlığını edebiyattan yana koymak isteyen biriyim. On kitabımın dördü roman, üçü şiir, üçü araştırma ve röportaj. Faklı bir deyişle, on kitabın yedi tanesi edebî çalışma. Gelecek dosyalar roman ve şiir alanından. Yoğunlaşmam, edebî mecrada sürecek. Şimdilik ertelesem de sonra gündeme gelecek birkaç röportaj tarzı çalışma da olacak, ama ben onları gazetecilik ile edebiyatçılığın harmanlandığı ürünler temelinde sunmayı tasarlıyorum. Bu son iki kitap (“Türkiye’den Avusturya’ya Göçün 50 Yılı” ile “Avusturya’da Aleviler”), deyim yerindeyse omuzlarıma binen bir yükü istenen yere taşımak oldu.