Şimşek, Almanca yayımlanan romanını tanıttı!

www.virgül.at  / 24.06.2018

Viyana – Yazar Hüseyin A. Şimşek’in, çevirisini Jbid Hacobian’nın gerçekleştirdiği romanın tanıtım etkinliği, moderatör Feride Türkmen’in sunuş konuşmasıyla başladı. Türkmen, etkinlik programının akışıyla ilgili bilgilendirme yapıp, sözü konuk yazar Hüseyin A. Şimşek’e bıraktı. Konuşmasına, “bugüne kadar üç şiir, dört tane de araştırma kitabım yayınlandı ama ben kendimi ‘romancı’ olarak tanımlamaktan yanayım” diyerek başlayan Şimşek, diğer romanlarıyla ilgili de kısa bir açıklama yaptı. Ardından, tanıtımı yapılan romanın geniş bir özetini vermek yerine, işlenen konu ve olaylar örgüsünden bir fotoğraf belirginleştirmeyi tercih etti.

Etkinliğin ikinci etabı, romana ismini de veren “Kızılötesi rengimi istiyorum” başlıklı bölümden ve ağırlıklı olarak, romanın baş kahramanı genç kızın hayalen kaleme aldığı bir mektuptan pasajlar okundu. Ardından soru-cevap bölümüne geçildi. Katılımcılar yazarlık faaliyetiyle ilgili ve edindikleri ilk bilgilendirilme çerçevesinde tanıtılan romana, romanda işlenen döneme dair sorular yönelttiler.

Şimşek, virgul.at’nin sorularını yanıtladı

Yazar Hüseyin A. Şimşek, tanıtım etkinliğinden sonra virgul.at’nin sorularını yanıtladı. Şimşek, romanın Almanca baskısının Viyana Kültür Dairesi’nin Edebiyat Bölümü (Kulturabteilung der Stadt Wien, Literatür) tarafından desteklendiğini, Türkçe yeni baskısının ise Temmuz ayı içinde Ankara’daki Ütopya Yayınevi tarafından yapılmış olacağını, dolayısıyla sıradaki etkinliklerde aynı kitabın hem Almanca hem de Türkçe nüshasıyla okur karşısına çıkacaklarını dile getirdi.

“Romanlar, bir yazarın adıyla yayınlanır, ama diğer türlerden geri kalmayacak şekilde aslında her bir romanın arka planında da kollektif bir çalışma vardır”, diyen yazar Şimşek, bu konuda şu bilgileri aktardı: “Bu romanda çevirmen, editör, yayıncıya ek olarak ressam, çizer, fotografçı, model katkısı var. ‘Kendi rengine bürünerek büyümek isteyen bütün gençlere’ cümlesiyle gençlere ithaf edilen ve on bölümden oluşan romanın her bölümünden önce, bütün bir sayfayı kaplayacak şekilde görsellere yer verildi. Gerald K. Nitsche ve Emilian Hettich’ten İstanbul çizimleri, Emine Başa’dan İstanbul fotoğrafları gibi.”

Yazar Şimşek, kitabın konusuyla ilgili sorularımızı yanıtlarken ise şunları aktardı: “Ben bu romanı 1992-93 yılları arasında kaleme aldım. Türkiye’de, belli bir dinin siyasallaştırılarak hayatın her alanında egemen kılınması sürecinin ilk somut ipuçlarının bulunabildiği bir dönem! Öyle bir dönem, bir yatılı kız lisesinde yaşanan olaylarla ortaya konur. Gelinen noktanın, yirmi beş-otuz yıl önceki ilk belirtileri, bir grup genç kız şahsında hikâye edilir. Hatırlanacaktır, o yıllarda belirli bir dinî inancın siyasallaştırılarak toplum ve birey yaşamının bütün hücrelerine zerk edilmesi, zamanın da ‘küçük’, ‘ayrıntı’, ‘lokal’ denilerek pek de önemsenmemişti. Oysa, yüksek öğrenim yapamadan evlendirileceği korkusuna kapılan, evdeki otoriter babayla çatışmak zorunda kalmak üzerinden yaşayacağı bütün sıkışmaları yatılı okul seçeneğiyle aşacağını uman genç kızlar, yatılı okulların dört duvarları arasında otoriter babaya rahmet okutacak ‘kamusal’ ve ‘kollektif’ bir otoriteyle karşı karşıya bırakıldılar.”

Romanda işlenen ilk ipuçları 25 yıl kadar öncesine ait. Peki, yaşadığımız dönemde “dinin siyasallaştırılması” süreci hangi noktada, bugün neler olmakta? Yazar Hüseyin A. Şimşek’in, bu sorumuza yanıtı ise şöyle oldu:

“Türkiye, özellikle de son beş yıllık dönemde, ‘siyasallaştırılagelen dinî bir yaşam tarzı’ın iktidara taşınmış olan haliyle bir tıkanma yaşıyor. İktidarı elde etmede ve sürdürmede, belli bir dinin temel bir enstrüman olarak işlevsel kılınması, geniş kesimler açısından da artık kabul edilemez noktada çünkü. Bunun en köklü ve etkili kanıtı, ‘Taksim Gezi’ eylemleri oldu. Sayısızca başka başka eylemlerle bir dizi halinde kesintisiz süregelen bu itiraz, çeşitlenerek devam ediyor. 24 Haziran seçimleri için yürütülen propaganda çalışmaları bile, sayısızca yeni kanıtlarını sundu bunun. Bütün bu eylemlerde öne çıkan, ‘yaşam tarzıma dokunma’ şiarı ya da çığlığıdır. İşte bu romanda da, bu şiarı 30 yıl kadar önce mırıldanan genç kızların körpe çıklıkları bulunacaktır. Tabii ki edebî bir çalışmanın roman dalındaki özgünlükleri çerçevesinde!”

Yazar Şimşek’e, Türkiye’nin adı geçen romana konu olduğu kadarıyla tek sorununun, “dinin siyasallaştırılması” olup olmadığını da soruyoruz.

“Elbette değil”, diyor ve devam ediyor: “Belli bir dinin, belli bir mezhebine uygun yaşam tarzını bütün öğrencilere dayatan yatılı okulun idaresi, cılız da olsa bir direnişler karşılaşıyor. Karşı çıkanların kimi okulu bırakıyor, intihar edenler oluyor, başka okullara sürülenler var. Romanın başkahramanı genç kız, başka bir yatılı okula sürülür örneğin. Yeni okulun yöneticisi bir kadındır, ama ‘Demir Lady’ havasında bir kadın, okulu adeta kışla gibi yönetmekle övünen, bundan haz alan biri. İnsanları yönetmenin temel enstrümanı olarak otoriteyi kullanmanın, ‘dincilik’ ve güya ‘laikçilik’ versiyonları söz konusu.”

30 yılda 10 kitaba imza attı

Yazarlık hayatına romanla 1987’de adım atan Şimşek, sonraki yıllarda şiir ve araştırma kitaplarına da imza attı. Türkiye’de bugüne kadar 10 kitabı yayımlandı. Bu kitapların üç tanesi Avusturya’da Almanca dilinde de yayımlandı: “Schreibend stirbt man am besten” (En Güzel Yazarak Ölünür – şiir), “50 Jahre Migration aus der Türkei nach Österreich” (Türkiye’den Avusturya’ya Göçün 50 Yılı – araştırma) ve “Das Mädchen wollte ihre Infrarotfarbe” (Kızılötesi Rengini İsteyen Kız – Roman).

Şiirleri aynı zamanda, Avusturya’da 2004-2017 yılları arasında çıkan dört ayrı antolojide de yer aldı: “heim.at” (EYE), “Neue Österreichische Lyrik- und kein Wort Deutsch” (Haymon), “Wir, bewegende Steine” (PEN Austria) ve “Anima” (Anima Ineognita Edition).