Mahmut Erdal: “Çamşıhı’dan müzik fışkırırdı”

Hüseyin Şimşek / 29 Mart 1994, Aydınlık gazetesi

İstanbul Bugün yaşları, henüz 30’un altında olanlar, onu tanımaz. Yeni kuşak müzikseverler onu yakından tanımasa da adını duymuş olanlar doğal olarak daha fazladır. Halk ozanı Mahmut Erdal’ı hem Umut Radyo’da çalışırken, canlı yayınlanan “İnsan Atlası” adlı programımda konuk etmiştim, hem de günlük Aydınlık gazetesinde çalışırken kendisiyle yazılı bir söyleşi gerçekleştirmiştim. Radyo programının kaydı elimde yok ne yazık ki. Yazılı söyleşiyi merak edenlerin ilgisine sunuyorum.

Çocukluğumda, halk ozanları sadece türküleri ve deyişleriyle büyülemez ya da muhtelif biçimlerde etkilemezdi beni. Ozan Şah Turna’nın gözlerini nasıl kaybettiği, Leyla ile Mecnun’a taş çıkartırcasına ne hazin bir aşk yaşadığı dilden dile dolaşırken, ben de kulak misafiri olmuştum. Bir de Mahmut Erdal, Ali Ekber Çiçek ve Mahzuni Şerif üçlüsünün hikâyesi anlatılırdı. Hepsi de yöremizde ünlü bu üç halk ozanının büyük kırgınlıklarını, onulmaz ayrılıklarını herkesten farklı farklı şekillerde dinlemek mümkündü. Hepsi çok gerilerde kalmıştı, unutmuştum. Ta ki Mahmut Erdal’ın dizelerini Burçay Anger’in köşesinde okuyana kadar. Öte yandan, ama bir ay kadar önce Meydan gazetesini karıştırırken orda da Mahzuni Şerif’le karşılaştım. Şerif’in, andığım gazetede “Mızrap”adlı bir köşesi vardı ve her Pazar günü bir yazısı yayımlanıyordu.

Bir zamanlar dillerden düşmeyen, bugün bile büyük bir duyarlılıkla dinlenebilen türkülere, deyişlere imzasını attı Mahmut Erdal. Ozanı tanımayan birçok insan, bu türküleri, deyişleri sayısız kere dinlemiş, bir dost meclisinde söylemiş, sesine güvenmeyenler hafifçe mırıldanmış ya da boyun damarlarını gere gere söyleyenlere imrenmiştir. “Badi sabah selam söyle o yare”, “Kader torbasına elimi uzattım”, “Yarim senden ayrılalı”… Mahmut Erdal, başrolünü Fikret Hakan’ın oynadığı “Pir Sultan Abdal” filminin senaristi aynı zamanda.

Çamşıhı dedikleri

Mahmut Erdal da Sivaslı bir halk ozanı. Divriği’in Çamşıhı beldesinin Şahin köyünden ve 1938 doğumlu. Çamşıhı, ahalisi birbirine akraba dokuz köyden oluşur. Dokuz, köy orkestrada birer saz gibi. Müziğe aşırı bir duyarlılık var. Mahmut Erdal, Çamşıhı için sık sık kullanılan tabiri şöyle dile getiriyor: “Çamşıhı’da eğilip yerden iki taş alarak birbirine vurduğun zaman, bir müzik oluşur.” Aşık Veysel’in, “Hayatım” adlı eserinin baş sayfasında, saz çalmayı Çamşıhılı Ali Ağa’dan öğrendiğini yazdığını da anımsatıyor ozanımız. Halk ozanı Ali Metin ve Battal Karababa da Mahmut Erdal’ın köylüsüdür.

Mahmut Erdal, büyük bir zorlukla ancak ilkokulu bitirebildiğini anlatıyor. Annesi doğuştan sakat olan ozanın, babasını ise yol parası yüzünden jandarma döve döve sakat bırakmış. “Kağnı arabasının boyunduruğuna bağlanan lastik kayışın içerisindeki telleri çıkarıp bir tahtaya gerdirerek saz yapar ve öyle çalardım” diyen Mahmut Erdal’a, gerçek sazı babası alır. Erdal, kelimenin gerçek anlamıyla sazı elinden düşürmez olur. Köyde cenaze dahi olsa, elindeki sazla gider. Tabii büyükler tarafından ayıplanır, ikide bir kovalanır.

Köylere sığamaz olur

Çalıp söylemeyi kısa sürede öğrenen Mahmut Erdal, köyleri dolaşır durur bir süre. Fakat, artık köylerin dar gelir olduğu günler uzakta değildir. “Gidek de kurtulak köyün dilinden” demeye başlar. 1955’te Ankara’ya gider. Kendi ifadesiyle, ahvali şöyledir: “Ayağımda kara lastik, bacağımda yamalı pantolon, omuzunda saz.” Hayalinde ise radyo sanatçılığı.

Ankara’da, Asri Mezarlığı’na yakın oturan kirvesininevine konuk olur. Günleri, hayalinin peşinde koşuşturmakla geçer. O dönemde, Ulus’ta bulunan TBMM’den Refik Koraltan’ı bulur. Günlerce gidip gelir, Koraltan’a ulaşmak için. Muzaffer Sarısözen’e vermek için, Koraltan’dan bir tavsiye mektubu peşindedir. Nihayet Koraltan’dan kartviziti aldığı günün ertesi, Radyoevi’nin kapısına dayanır. İki saatlik bir bekleyişten sonra gelir Sarısözen. Görevli, “Bu âşık sizi bekliyor” deyince, Sarısözen, genç Mahmut Erdal’ı odasına çağırır. Sarısözen, kartviziti okumadan yırtıp çöpe atar ve ekler: “Çıkar bakalım sazını.”

Muzaffer Sarısözen: “Çıkar bakalım sazını”

Genç ozan bu ilk sınavı için, Sıtkı Baba’dan “Ah edip ağlamak bana mı düşmüş”ü çalıp söyler ve Sarısözen’in beğenisini kazanır. “İşte tavsiye mektubu budur”, der Muzaffer Sarısözen. Aynı günün akşamı, “Yurttan Sesler” programında anons edilir. Radyodaki ilk türküsünde, “Bir de benim için ötün turnalar” der Mahmut Erdal. Her şey öylesine hızlı ve çabucak oluyordu ki, genç ozan Erdal, bu büyük değişimlerin tadını çıkarmaya bile zaman bulamıyordu adeta.

Muzaffer Sarısözen, onu hemen Cebeci’deki konservatuvara çağırır, makaralı teybinin düğmesine basıp, Erdal’ın o anda aklına gelen ne kadar türküsü varsa kaydeder. Sarısözen, daha sonra Erdal’ı, perşembe günleri radyoda “Adım Adım Anadolu” programını hazırlayan Şemsi Belli ile tanıştırır. 1956’yı 1957’ye bağlayan yılbaşı gecesi programında, mahalli sanatçı olarak yer alır. Çamşıhı da Mahmut Erdal’ın anlatımı ve türküleriyle, programa dahil olacaktır.

Aynı yılbaşı gecesi, babasının öldüğünü daha sonra öğrenecek olan Mahmut Erdal için sıkıntılı günler başlar. 1958’de Divriği’ne döner, Demir Çelik Madenleri İşletmesi’nde, sıhhi tesisatçı olarak işe başlar. Bu işi, 1961’e kadar sürdürür ve askere gider. Askerlik dönüşü, tekrar Ankara’ya yerleşir ve radyo sinavlarına katılır. On yıl sürecek olan mahalli sanatçılık dönemi böylece başlar.

Prof. Melikof Fransa’ya davet ediyor

Ozanlığının yanı sıra, Ankara’da bir plak ve sazevi açarak, yaşamını idame etmeye çalışan Mahmut Erdal, 1968’de İstanbul Spor ve Sergi Sarayı’nda düzenlenen “Hacı Bektaşi Veli Gecesi”ne katılmak için İstanbul’dadır. İzleyiciler arasında Sovyetler Birliği’nden Prof. İrene Melikof da vardır. Konserden sonra Melikof, Mahmut Erdal’ın yanına gelir ve onu Fransa’ya davet eder. Erdal, radyodaki görevi dolayısıyla davete olumlu yanıt veremez. Bunun üzerine Melikof, Feyzullah Çınar’la anlaşır.

Mahmut Erdal, Türkiye’de kültür üreticilerine gerekli değerin verilmediğini, bütün televizyon kanallarında sadece popçu, rockçı ve arabeskçilerin halka dayatıldığını belirtiyor, şöyle devam ediyor: “Diyoruz ki al başına çal televizyonunu. Bizler daha önceki üstadlarımız gibi telsiz, telefonsuz gönülden gönüle de iletiriz.”

İlk plağını, 1966’da çıkardı. Bugüne (yani 1994’e) kadar, 40’ın üzerinde plak çıkardı ve yedi tane de kaset yaptı. Uzun bir aradan sonra, şimdi (1994’te) yeni bir kaset çalışması içinde. Bugün emekli olarak İstanbul’da yaşıyor Mahmut Erdal.* Zamanını kendi deyimiyle “çoğunlukla şiir yazarak” değerlendiriyor. Bu arada Cem, Pir Sultan Abdal, Kervan, Divriği Harman ve Nefes gibi Alevi kültür dergilerine şiir ve yazılar veriyor.

…………………………..
* Mahmut Erdal 7 Temmuz 2010 günü aramızdan ayrıldı. Eserleriyle yaşamaya devam ediyor.