68’li devrimciler | “İyi çocuklardı, ama yanlış yaptılar”

RESMİYE ASLAN / toterwinkel.at , 08.08.2019

Viyana –  Edebi eserler içinde en çok da romanlar, yazıldıkları dönemlerin içinde bulunduğu toplumsal, ekonomik ve siyasi olaylarının yazılı tanıklarıdır. Fakat yazarların dünya görüşü, ideolojisi, olaylara bakış açısına bağlı olarak kurgu, kahramanlara yüklenen misyonlar her bir romanda farklıdır. Gazeteci–yazar Hüseyin A. Şimşek, son dönemlerde “Türkçe Romanda Devrimciler” başlığı altında yaptığı sunumlarda, Türkçe yazan romancıların eserlerinde “devrimciler”i nasıl işlediklerini, 68 Kuşağı ve 78 Kuşağı nezdinde anlatıyor. Yani, 12 Mart ve 12 Eylül’den sonrasını konu edinen romanları mercek altına alıyor.

Kendisiyle söz konusu sunumun teması etrafında bir görüşme yaptık. İlk verileri 60 yıl kadar öncesine dayanan bu tartışma, yeni yapılmıyor. Tartışılan konu, sadece dünün olmadığı gibi bugünün de değil, yarının gündeminde kalmayı sürdürecek bir özelliğe sahip. Yanı sıra, bu tartışmanın yeni kanıtları sayılacak yeni romanlar çıkıyor sürekli. Tartışma, yeni boyutlar kazanarak devam ettirilmeyi hak ediyor. Dolayısıyla ille de belli bir etkinliğe ya da zaman dilimine bağlamak gerekmiyordu böyle bir görüşmeyi.

Tartışılan konunun yayıldığı zaman aralığının uzunluğu, veri konumunda olan eserlerin çokluğu ve ilgili sanatçıların, eleştirmenlerin, araştırmacıların kalabalıklığı görüşmeyi kısa tutma çabalarımızı bir sınırda tuttu. “Türkçe romanda 68 Kuşağı ve 78 Kuşağı devrimcileri” şeklinde formüle edilebilecek bu temayı, Hüseyin A. Şimşek’le iki bölüm halinde deşmeye çalıştık.

“Türkçe Romanda Devrimciler” başlıklı tartışmayı 68 Kuşağı ve 78 Kuşağı devrimcileriyle sınırlayarak sunuyorsun. Ben de sorularımı, bu çerçevede tutacağım. Konuyu, dönemlere ayırarak irdeliyor ve bunu yaparken de 68 Kuşağı’yla başlıyorsun. 68’li devrimciler, ne zaman ve kimler tarafından birer roman karekteri olarak işlenir oldu?

Hüseyin A. Şimşek: 68 Kuşağı devrimcileri, 12 Mart Askeri Ara Rejimi’nin sona ermesinden sonra yazılmaya başlandı. Karşımıza çıkan ilk eser,Çetin Altan’ın 1972’de yayınlanan “Büyük Gözaltı”sı. Erdal Öz’ün “Yaralısın” romanı, 1973’te çıktı. 1974’ten iki örnek anabilirim: Firuzan’nın “47’liler” ile Tarık Dursun’un “Gün Döndü”sü. 1975’te, Sevgi Soysal’ın “Şafak”, Yılmaz Güney’in “Sanık” romanları yayınlanır. Emine Işınsu’nun “Sancı”, Tarık Buğra’nın “Gençliğim Eyvah”, Pınar Kür’ün “Yarın Yarın”, Demir Özlü’nün “Bir Uzun Sonbahar”, Samim Kocagöz’ün “Tartışma”, Hakkı Özkan’nın “Grevden Sonra”. Bu döneme ait son bir örnek olarak, Adalet Ağaoğlu’nun 1979’da çıkan “Bir Düğün Gecesi”ni anmakta fayda var. Tamamını sıralamak gerekmiyor sanırım. Hepsinden haberdar olduğumu, okuduğumu da söyleyemem zaten.

Sıraladığın romancıların hepsinin değilse de belli başlılarının 68’li devrimcileri nasıl işlediklerine de kısaca değinir misin?

Önce, iki noktanın altını çizmek isterim. Sunumlarımda, her iki kuşağın devrimcilerini kimin nasıl işlediğini anlatırken yorum yapmaktan uzak duruyor, yazarı yargılamıyor, kendimce eksik veya yanlışlarını ortaya koymaya çalışmıyorum. Aklımın erdiği kadarıyla, manzara neyse onu sergilemeye çalışıyorum. Sadece, sunumların forum bölümlerinde ve katılımcıların soruları üzerinden, yazarların tavrı ya da tarzını değerlendirmek söz konusu oluyor. İkinci nokta ise şu: Hem sunumlarda hem de burada adını zikrettiğim romancıların ikisi hariç, hepsi siyaten “sol” cenahta kalan sanatçılar. Liberal sol, demokratik sol, sosyalist, komünist… Tarık Buğra ile Emine Işınsu, “sağ” cenahtan sadece. Sağcı romancılardan, başka kimse 68’li devrimcileri karakterlerine katmadı mı? Elbette kattı, ama doğrudan resmi ideolojinin bakışıyla yaptı. Oysa özellikle de Tarık Buğra, alanında yetkin ve başarılı bir edebiyatçıdır. Kimin, 68’li devrimcileri nasıl işlediğiyle ilgili taramamı, kendimce bir tasnife dayalı yapıyorum sunumumda. Üç gruba ayırıyorum söz konusu romancıları.

Hem sanatçılardan hem de ilgili romanlardan somut örnekler sıralayacak şekilde bu üç grubu sıralar mısın?

Birinci grup: Olaylara, tamamıyla egemen ideolojinin ürettiği nedenselliklerle ve sistemin değer yargılarıyla yaklaşan, devrimcilere kendilerince bir eleştiri getirmekten ziyade onları “mahkum etmek“ için yazılmış romanlar. Andığım isimlerde, bu grubun ilk sırasında, “Sancı” romanıyla Emine Işınsu yer alır. Diğer romanlarındaki başarısını yok saymamak kaydıyla, bence Tarık Buğra’nın “Gençliğim Eyvah” adlı romanında yaptığı da bu kapsamda değerlendirilmelidir. 68’li devrimcileri mahkum etme gayreti, “sağ” cenahtan olmamasına rağmen, Tarık Dursun’un “Gün Döndü” romanında, Işınsu ve Buğra’nınkinden çok da geri bir noktada değildir. Dursun, anlatımını ve mesajlarını bir babanın eylemci oğlunun hayatını kurtarmak için onu polise ihbar etmek zorunda kalmasının dramatik etkisi üzerine inşa eder.

İkinci grup: 68’li devrimcilere olan sempatileri dolayısıyla “siyaseten yanlış yapmış” bu gençlere ağıt yakan; ideolojik, politik temelde ise onlara reddiye çıkaranlar. Yine ismini zikrettiğim romancılar arasından örnekler vereyim. Çetin Altan’ın “Büyük Gözaltı”sının ana teması, 68 Kuşağı devrimcileri değil, aynı döneme dair dolaylı bir ilgi söz konusu.Türkçe romanda “işkenceyi anlatan ilk örnek” olarak ele alınır. Ancak, Altan’ın 68’li devrimcileri romanlarına katışı, bu gruptaki diğer sanatçılardan farklı değil. Erdal Öz’ün “Yaralısın” romanında 68’li devrimciler temiz, dürüst, iyi niyetli ve romantikler; ama aynı zamanda oldukça Donkişot ve kovboydurlar. “Bizim adımıza bizsiz kavgalara girdiniz… Bu işlerin kovboyculuk oynamakla becerilemeyeceği…” gibi tanımlamalarla anılır, betimlenirler. Firuzan’nın “47’liler” adlı romanının ayırıcı özelliklerinden biri, devrimci gençlerin, düzenle özdeşleştirdikleri aileden kapmayı amaçlamış olmalarını işlemesidir. Düzenle savaşım, anne-babaya karşı savaşımla aynılaşmıştır. Romandaki kahramanlar bu konuda özeleştiri yaparlar. Adalet Ağaoğlu, “Bir Düğün Gecesi” adlı romanında, 12 Mart’ta birbirlerini farklı politik görüşlere savrulmuş bulan kardeşler arasındaki geçimsizliği, bir düğün gecesinde yaşanan sürtüşmelerle ortaya koyar, o yılların toplumsal ve siyasal analizini edebi anlamda başarıyla yapar. Hayal kırıklığına uğramış, politikaya küsmüş küçük burjuva devrimci aydınının çıkmazı, içine düştüğü bunalımı anlatır. Berna Moran, bu yönünden hareketle, “1980 sonrası depolitik romana geçiş olma niteliğindedir”, der bu eseri değerlendirirken.

Üçüncü grup: 68’li devrimcileri, onlara özeleştiri yaptırmanın, siyaseten bir mahkumiyet biçmenin hatırı için romanlarına almamış sanatçılar. Zikrettiğim isimler arasından Sevgi Soysal, Hakkı Özkan ve Yılmaz Güney’i anmak isterim.

Peki, 68 Kuşağı devrimcileri, sadece 1980’den önce yazılan ve yayınlanan romanlara mı konu oldular?

Değil tabii. Emine Işınsu’nun “Cambaz”ı ve Ahmet Altan’ın “Dört Mevsim Sonbahar”ı 1982, Orhan Pamuk’un „Sessiz Ev“i ile Ayla Kutlu’nun “Tutsaklar”ı 1983, Mehmet Eroğlu’nun“Issızlığın Ortasında” ve “Geç Kalmış Ölü”sü ile Erhan Bener’in “Sisli Yaz”ı 1984, yine Ahmet Altan’ın “Sudaki İz”i ile Bilge Karasu’nun “Gece”si 1985, Gürsel Korat’ın “Ay Şarkısı” 1998; Attila İlhan’nın “Yengecin Kıskacı”, Tahir Abacı’nın “İkinci Adım”ı, Erendüz Atasü’nün “Gençliğin O Yakıcı Mevsimi” 1999’da yayınlandı. Muzaffer Oruçoğlu’nun „Tohum“ adlı ilk romanı da 68’li devrimcileri konu edinir. 68 Kuşağı devrimcilerini işleyen romanlar, 2000’lerde de yazılmaya devam edildi.

Yani, listeyi uzatmak daha önce de dediğin gibi mümkün. Bunların arasından da kimi örnekler seçip, “nasıl işlediler” sorusu çerçevesinde devam eder misin?

12 Eylül’den hemen sonra 68’li devrimcileri konu edinen Türkçe romanda, bu kahramanlar (karakterler) yaygın bir şekilde öldürülüyor. Orhan Pamuk, „Sessiz Ev“de üç kuşağa yayılmış çatışmalı bir aile hikâyesi işler. Devrimci ideallerin aile ilişkilerinde yarattığı sarsıntıların yüklendiği üniversite öğrencisi Nilgün Darvınoğlu karakteri öldürülür. “Mavi Karanlık”ta,ölümden Bodrum’a kaçan Nergis, Özgür ve Kohen adlı üç genci işleyen Vedat Türkali, her üç karakteri de yakalarını hiç bırakmayan şiddetin kurbanı olarak ölüme gönderir. Türkali’nin, “Kayıp Romanlar”ında ise sürgünden dönen yaşlı kahraman, genç sevgilisinin kollarında ölür. Adalet Ağaoğlu, “Üç Beş Kişi”de kahramanlarını şiddetin nesnesi olarak ele alıp tanımlar ve hepsini yok eder.

Ama o dönem, devrimcileri işleyişleri dolayısıyla en çok öne çıkan üç romancı Mehmet Eroğlu, Ahmet Altanve Latife Tekinolur. İlk ikisinin bahse konu romanları, 12 Mart dönemi ve 68 Kuşağı devrimcileri üzerinedir. Sonuncusu ise 78 Kuşağı devrimcilerini de işlemiştir, bu tartışmanın kapsamında kalan romanında. Mehmet Eroğlu, aslında ilk romanını (Issızlığın Ortasında) 1970’lerin sonunda tamamlamış, ama bastırmamış ya da bastıramamıştır. Ki bu romanıyla, 1979 Milliyet Roman Ödülü’nü Orhan Pamuk ile paylaşmıştır. 1974 Kıbrıs Harekâtı’na katılıp psikolojik olarak altüst olmuş bir 68’linin merceğinden bakarak geçmişle hesaplaşan“Issızlığın Ortasında” romanı, 1984’te gün ışığına çıktı. Hemen ardından, onu tamamlayan “Geç Kalmış Ölü” geldi. Bu romanında, psikolojik bunalımların ve cinsel tutkuların eşliğinde anlatılan 68’lilerin ve onların eylemlerinin niteliğini şöyle tanımlıyor Eroğlu: “… bir destan yazmaya kalktınız, ama seçtiğiniz bütün roller Hıristiyan şövalyelerine benziyordu. Hıristiyan mistikliği, Hıristiyan mazohizmi..” Eroğlu’nun karakterlerini tanımlayan özellikler, onların siyasî duruşları, ulusal özellikleri ve yaşadıkları zaman dilimi değildir. Karakterler ihanet, şehvet ve şiddet dürtüleri ile davranan, polisiyelere özgü sterotipler olarak yaratılmışlardır.

Ahmet Altan, inandığı doğrular için mücadele eden küçük burjuva Ali’nin kendisi ile barışık yaşamıyla, gecekonduda oturan Hüseyin’in sığ ve tutucu dünyasını birbirlerini dışlar nitelikte anlattığı “Dört Mevsim Sonbahar” romanıyla, hem 12 Mart’a hem dönemin devrimcilerine ilk karşı çıkışını ortaya koyar. İdeolojilerin insan yaşamına aykırılığı tezini işler. Ki bunu, ikinci romanı “Sudaki İz”de de sürdürür. Yazarın, “İradesi ve tutkusu yoktu, bir başka gücün iradesine ve gücüne muhtaçtı” cümlesiyle tanımladığı devrimcileri, oradan oraya sürüklenen, bastırılmış cinsellikleriyle bunalmış sorunlu insanlardır.

Hangi romancının, devrimcileri nasıl işlediği konusunda yorum yapmaktan uzak durduğunu söyledin ama, buraya kadar anlattıklarından birinci ve ikinci grupta sıraladığın romancıların tarzlarını sorunlu gördüğünü çıkardım ben.

Kim, hangi belirlemeyi ‘sıfır bir yorum’la yapabilir, bilemiyorum. Yorum yapmaktan uzak durmaya çalışmak, belli oranlarda yorum yapmaktan kaçınılamayacağı gerçeğini dışlamıyor. Öte yandan, madem ki bir görüşme bu, yorum ve değerlendirme çerçevesi sunumlardan biraz farklı olabilir. Birinci gruptaki yazarlar, değiştirilmek istenen sistemin lehine çok açık olarak taraflar. Böyle bir romancı tavrında sorun görmemek mümkün mü? Balzac’a methiyeler dizmek kolay. Ancak o romancı tavrı göstermek aynı derecede kolay değil! Birinci gruptakilerle ilgili lafı uzatmanın anlamı yok bence. İkinci gruptakiler ise, tamamen ya da a’dan z’ye değil elbette, ama önemli oranda aynı soruna sahip. Onların farkı, onlar da devrimci karakterleri gibi bu sistemden memnun değiller, sistemi savundukları yok, ama 68’li devrimcilerin hem yol ve yöntemlerine karşılar, hem de getirmek istedikleri sisteme. Dolayısıyla, 68 Kuşağı devrimcilerini işledikleri karakterleri neredeyse ayrımsız bir şekilde “bedbaht bir geçmiş”e mahkum etmeleri, yarattıkları kahramanlar arasında açık taraf tutmalarındandır. Bu yazarların adeta en önemli görevlerinden biri, devrimcilerini, eleştirmek için yaratmaktır. Eleştirisinin anlamlı olması, o devrimcilerin aynı zamanda birer bunalım öznesi şeklinde işlenmesini gerekli kılar. Duvara toslayıp sersemleşen devrimcilerin kimi, yazarının gönlünde yatan “dönüşüm”ü sağlar; kimi ise dönüşemeyip yozlaşır, bunların önemlice bir kesimi kendine kıyar. Bedbaht bir geçmişten alıp, yerde sürünülen bir “şimdiki zaman”a taşıdığı o devrimcilerine, acır da bu yazarlar. Bütün bunlar, yazanlarda küçük-burjuva aydın tavrının ağır bastığını gösterir bize. “Devrimci çocuklar”a sempatiyle baktılar, duygusal -yerine göre abartılı- övgüler yaptılar; ama siyaseten yazarların kendileri karakterlerini “mahkum” ettiler, “Donkişotluk” veya “kovboyculuk” peşinde koşmakla suçladılar.

Peki, 68 Kuşağı devrimcilerini anlatan romanların, o dönemde ve sonraları etkisi ne oldu?

1970’lerin ortasında, andığımız romanların ezici çoğunluğunda yanlış bulunup mahkum edilmeye çalışılan devrimci hareket yükselişe geçti. 68 Kuşağı devrimcilerinin işlendiği o romanlar, bu yükselişin gölgesinde kaldı. Yeni romanlarda, meydan esasen “sol entellektüel” karakterlerindi artık. Umutsuzluk, çaresizlik en önemsenen temalar oldu. 1976-80 arasında revaçta olanlar, Selim İleri’nin “Her Gece Bodrum”, “Ölüm İlişkileri”, “Cehennem Üçlüsü” gibi romanlarının benzerleriydi artık. Devrimci karakterlere mesafe kondu. Çünkü eleştirdikleri, mahkum ettikleri 68 Kuşağı devrimcilerinin “yola getirilememişler”i bayrağı devralmıştı. Kimi yazarlara göre 78 Kuşağı, 68 Kuşağı’na göre daha sert, yıkıcı, kıyıcı bir şekilde dizginleri almıştı eline. Bu yaklaşımın etkisini 1980-90 arasında yazılmış ilgili romanlarda çok bariz olarak görürüz. (Devam edecek)