Yüzünüz Karşı Duvar

Bu şiir kitabının ilk baskısı 2001’de, İstanbul’da faaliyette olan Tohum Yayınları tarafından gerçekleştirilmişti. İlk baskısı uzun yıllar önce tükenen kitabın yeni (ikinci) baskısı, Şubat 2023’te Ankara merkezli Ütopya Yayınları tarafından yapıldı. Yeni baskı, yeni bir kapak dizaynıyla okur karşısında. İlk şiir kitabı “Sömürge Kentlerin Aysız Geceleri”nde ülke içi göçü ve sürgünü işleyen şair, ikinci şiir dosyasında olan “Yüzünüz Karşı Duvar“da artık söz konusu temaların ülkelerarası boyutuyla ilgilidir. Ne de olsa, bu kitabının yayımlanmasından yaklaşık üç yıl öncesinden beridir, Avrupa başkentlerinden Viyana’da sürdürmektedir yaşamını.

Kitabın sonuna, şairin şiirine dair farklı basın-yayın organlarında yer almış açıklama ve değerlendirmelerin kronolojik bir çerçevede sıralandığı bir derleme metin eklenmiş. O metinde de dikkat çekildiği üzere, eğer şair köyden köye, köyden kazaya, kazadan şehire, şehirden yabancı bir ülkeye tırmanılan basamaklar dizisinden oluşmuş -yani adeta ‘göç merdiveni’ni andıran- bir yaşam sürüdürüyorsa, bu hal ve gidişatın şiirlerinde kendine özgü bir yer bulması kaçınılmaz oluyor. Göç merdiveninde sıra ülke değiştirme basamağına geldiğinde yeni bir tanımlama giriyor devreye: Sürgüne mecbur edilmek! İşte, Yüzünüz Karşı Duvar’da yer alan şiirler, şairin söz konusu sürgün yıllarının yayımlanmış ilk ürünleridir.

Yüzünüz Karşı Duvar’da biraraya getirilmiş şiirlerde, sadece zorunlu göç ya da sürgünlerle ilgili imgelere rastlamıyoruz. Aağırlıklı temalar arasında, kişinin kendi seçimi, kendi isteği kapsamında gerçekleşebilen “gitme halleri” de var. Hayatın sürprizleri bu “gitme halleri”nde de sık sık çıkıverir kişinin karşısına. Yaşamın sürdürülmeye karar verildiği yeni yerde, zamanla bir şeyler eksilmeye bir şeyler de kaybedilmeye başlanır. Buna karşı, başlıca iki tepki geliştirilir: Daha önce yaşanan yere özlem duymak veya başka bir ‘yeni yer’e gitmek! ‘Gitme isteği’ yoğun şiirler var bu kitapta. Öyle ki ‘gitmek’, bir ömrü sürdürmenin temel düsturlarından biridir adeta. Ama bu ‘gitme’ eylemi, fiziki bir yer değiştirmeden ibaret değildir. Betimlemelerde okura ulaşsın istenen duygu ve fikir şudur: Eğer bireyin kendi seçimiyle yaşanmış ya da yaşanacaksa, asıl önemli olan nereye, neden ve nasıl gidildiğidir!

Şairle bu kitabı üzerine yapılmış ayrıntılı görüşmelerden birinin, ‘Şehirlerle hesaplaşan şiirler’ başlığını taşıması da boşuna değil. İlk iki şiir kitabında, şehirlerin “iki yüzü olan birer madalyon” oluşlarıyla ilgili çok sayıda betimleme yer alır. Hem yeni gelişmemelerle dolu bir hayata atılmanın hem de (çok yönlü bir asimilasyona maruz bırakılarak) köklerinden kopmanın mecrasıdırlar. Bir edebiyatçı için, hem yeni bir dilin gurbetine çıkıp suspus kalabildiği, hem de kendini o güne kadarkinden farklı ifade etme olanağına kavuştuğu yerler! Hal böyleyken, şehirlerin “aynı anda hem ilerlemenin hem de her türlü bozulmanın odağı olma”larıyla ilgili çok sayıda imge kurulur. İnsanların doğayla, hemcinsleriyle, doğanın bir parçası olan diğer canlılarla ilişkilerindeki yıkıcılığı devasa boyutlara taşıyan mevcut dünya düzenine karşı çıkışını, şehirlerin bu halleri üzerinden tarif eder sık sık.

Kitaba adını veren şiir, ilk sırada yer alıyor. Bu şiirde, insanlara dair her şeyleri yüzlerinde toplanır, sonra da karşı karşıya kalınan o her bir yüz, ‘duvar’ olarak tanımlanır! Okur, “yüzünüz karşı duvar” haykırışını sadece kitaba adını veren şiirde değil, her üç bölümdeki diğer bir dizi şiirde de -elbette farklı bir tarzda- duymaya devam eder. Yüzde toplanıp duvarlaşan şey bayat ekmek kokulu ya da küfe bürülü bir bakış, sürmemiş bir aşkın dayattığı ayrılık, hep sözde kalan bir gitme bahsi olur bazen; bazen ise döküldüğü yüzü yosun gibi sarıp perdeleyen zülüf, yıkılan yıldız ekme hayali, davetsiz bir konuk olarak önünde durulan kapı. Issız bir sokağı, en iyi o sokağı çevreleyen duvarlar anlatmaz mı? Türlü türlü seslerle inleyen bir sokağın olanca hengamesini de yine en iyi oradaki duvarlar hapsetmez mi? Öyleyse o duvar; duygusu ve fikri bastırılıp tüketilmiş, ‘devrimcileri sayıca bol ama devrimi yok halk’ neden olmasın! Böyle bir halka rağmen, o halk adına meydanlara çıkmış, bedelini ağır ödemenin hayal kırıklığı içindeki bir militan da elbette kırgın ve kızgın olacaktır; kendini de halkını da yeniden tanımlayıp konumlandırmak isteyecektir!

Son bölümde, kendisi ve yakın çevresiyle ilgilidir şair. Çocukluğuna, gençliğinin “bal gibi delilik”lerine geçer, sevdiğine ve oğluna (geleceğe) seslenir.