Bu Nasıl İstanbul?

‘Bu Nasıl İstanbul’ romanı beş bölümden oluşan bir eser. Roman, gazeteci Serhat’ın sular altında kalacak olan Hasankeyf’i haber yapmak üzere İstanbul’dan yola çıkmasıyla başlar. Elazığ, Diyarbakır, Batman, Siirt, Mardin, Lice, Hasankeyf… Romanın ilk bölümünde, hareketli bir gazetecinin peşinden koştuğu haber üzerinden, bölgedeki çok sayıda mahalle, semt, ilçe, şehirle tanışılır. Tarihi kent Hasankeyf’in sular altında kalması farklı açılardan yansıtılır. Bunlar, bazen birbirini tamamlayan, bazen çürüten hikayeler. Hasankeyf, Ilısı barajının suları altında kalacaktır. Serhat, bu kentin tarihi kimliğine yolculuklar yapmak için çırpınır. Ama devlet tarafından hep engellenir.

Serhat, Hasankeyf’e Diyarbakır’dan yola çıkar. Hasankeyf’e sokulmaz, Diyarbakır’a geri döner. Konakladığı Diyarbakır’ın dumura uğratılmış kent kimliğinin de ardına düşer. Diyarbakır’ı tanımaya, anlamaya çalışır. Romanda, bu kadim kentin dünü ve bugününden değişik hikayeler verilir. Özgün tanımlamalar yapılır. Bu ilk bölümün kahramanları Diyar-ı Kitabı’ın sahibi Kemal, avukat Ahmet, hapisten çıktıktan sonra intihar eden Sakine, Batmanlı Şeyhmus, nöbette intihar eden asker Yalçın, Hançepekli otobüs şoförü, surların dibinde kendini ateşe verenler… Yani son yirmi yıldır yaşanan savaştan tanıklıklar, manzaralar ve portreler. Ya da hayatları darmadağın edilmiş insanların hikayeleri!

Terkedilmiş bir insan, terkedilmiş bir şehirden daha ıssızdır

Toplam beş bölümden oluşan romanın sonraki dört bölümü İstanbul’da geçer. İkinci bölüm, bir geriye dönüş bölümüdür. Serhat’ın, Diyarbakır yolculuğuna çıktığı güne kadarki hayatını özetler. Sevgilisi Elif, yıllar önce büyük bir aşkla Serhat’ı çektiği İstanbul’u terk eder. Bir aşk daha, devasa kentin görkeminde yıkılıp yok olmuştur. Serhat, hayatının en kötü günlerini yaşamaya başlar.

Sonra bir gün hiç hesabında yokken, kendini yeni aşka tutunma çabası içinde bulur. Ama işi hiç de kolay değildir. Ne de olsa, define avcısı kesilmiş bir toplumun henüz kazı yüzü görmemiş genç bir arkeoloğu iken gazeteci olmuştur. Gençlerin çoğunun eğitimini gördükleri mesleklerde çalışamadığının yakın tanığıdır. İnsanların çoğu, arzuladıkları şehirlerde de yaşamıyordur. İstanbul’un yerlisi Aykent Hoca, ‘yıldızları çalınmış bir ömür’ yaşıyordur bu kentte. Onun için her pazar günü, değişik yaş, meslek ve kökenden bir grup insanı bir atölyede toplar ve onlarla yaşadıkları şehirden gitmenin farklı provaları sayılacak etkinlikler yapar.

Kürt bir baba, Türk bir anne; iki taraftan da Alevi bir ailenin çocuğu olarak üniversite için geldiği İstanbul’da tutunmaya çalışan Serhat bir yanda, artık ününe layık bulunmayan bir kentin yerlisi, görevinden edilmiş öğretmen Aykent Hoca öbür yanda. Bu ayrışma ve buluşmalarda bir uç daha var: Doğup büyüdüğü ve üniversite eğitimi yüzünden terk ettiği İstanbul’a, gazeteci olarak dönen, Serhat’ın yeni aşkı Beyza!

Herkesin kendince bir İstanbul’u var

Elif, Serhat, Aykent Hoca, Beyza, Turgut ve daha birçokları… Her biri birer İstanbulzede. İstanbulzedeler birbirini yenip, birbirine yenilir hep. Her halükarda İstanbul’a kazandırırlar. Bu şehirde, örneğin ‘silahın var mı’ sorusu müzelere kaldırılmıştır. İlk ağızda silahın markası ve ebatı sorulur. Bedenlerini parselleyip satanlar vardır bu şehirde. Savaş bölgesinde askerlik yapıp dönenlerin çoğu bu şehirdedir. İntihar eden Reşat onlardan biridir.

İstanbul’a vezir olmak üzere gelip bu kente esir düşenlerin bin bir hali var. Beyoğlu geceleri, Laleli’nin biryantinli pezevenkleri ve buraya adım atan her kadın için bir damga olma ihtimali bulunan ‘Nataşa’ muhabbetleri; ‘öteki İstanbul’un aynası gibi işleyen ‘İstanbul’un öteki sinemaları’; Rumelihisarlı Ermeni gümüş ustası Artin Zımbayan; av haritası kayıp İstanbul’un kentine avlanmış avcıları; inançların kesiştiği asırlık servi ve kutsanan ağaçlar; her köşe başında tartıcı olarak biten Cibali emeklileri, Bulgaristan göçmenleri; çıldırtan bir kentin çıldırmışlarıyla uğraşan Ayten hemşire; artık sadece varoşlulara çalışan banliyö trenleri; karnındaki bebeği işkence turnikesinden geçirip cezaevinde bile olsa dünyaya getiremeyen Sakine; Sri Lanka’daki savaştan kaçıp gelmiş ve Beyoğlu’nda işgalci İngiliz askerlerinin anısına yapılmış kilisede çan çalan zangoç Davit; İstanbul’un aynalı gökdelenleri ve hemen yanıbaşındaki kondular; güvercin ve at pazarları, kent bahçelerindeki son kuşağın feryatları; yükünü hafifletmek üzere hayata geçirilen ama çıldırtan kentin girdabına dönen atölye çalışması; İstanbul’a en yakın Alevi köyün kurucu ailelerinde son halka…

Bir kent düşünün ki o kente göçeden de o kentin yerlisi de kendini ‘yabancı’ hissediyor olsun. Bu, boğulmakta olan bir İstanbul’u işaret ediyor. Öte yandan İstanbul’un bu boğuntusu, uzak -aslında çok yakın- başka bir kentin kana bulanmasıyla doğrudan bağlantılı. Yani Diyarbakır’ı kan tuttukça, İstanbul her gün biraz daha boğulmaktadır.

Herkesin kendince bir İstanbul’u var

Bazen çakışan, bazen çelişen ilişkileri, tercih ve fikirleri ile üç kutuplu, üçkenar ilginç bir düello yaşanıyordur artık. Bir kent düşünün ki o kente göçeden de o kentin yerlisi de kendini ‘yabancı’ hissediyor olsun. İşte bu, boğulmakta olan bir İstanbul’u işaret ediyor. Öte yandan İstanbul’un bu boğuntusu, uzak -aslında çok yakın- başka bir kentin kana bulanmasıyla doğrudan bağlantılı; yani Diyarbakır’la. Diyarbakır’ı kan tuttukça, İstanbul her gün biraz daha boğulmaktadır.

Serhat, yeni aşkı Beyza’ya rağmen İstanbul’da tutunamaz. Aykent hocanın ona uzatacağı başka bir dal da kalmamıştır. Çünkü, İstanbul’un yükünü hafifletmek üzere hayata geçirilen atölye çalışması, bir siyasi kaçak olan Talip’in gözaltında kaybedilmesiyle son bulur. Atölye, çıldırtan kentin girdabına döner adeta. Serhat’a yine Diyarbakır’a, Hasankeyf’e doğru yol görünür. Ama bu kez İstanbul’dan gitmek üzere!

‘Bu Nasıl İstanbul’ hem bir dönemin, hem de bir dönemecin romanı. Biraz da bu özelliğiyle okuyanı, bir hikâyeler yumağının içine çekiyor. Olayların yaşandığı dönemin panaromasını veriyor. Bunu sağlayan ise, romanın merkezinde bir grup gazetecinin bulunması. Okur, gazetecilerin hayatına karıştıkça çok sayıda olaya ulaşıyor ve olayların toplamından önce bir dönemin, devamla ucuna gelinen bir dönemecin fotografı çıkıyor.