Tuncer Necmioğlu: Fikir ve umut kaybını önlemeliyiz!

hallac.org / 24.08.2006

Viyana – Tiyatro ve sinema sanatçısı Tuncer Necmioğlu, 20 Ağustos günü aramızdan ayrıldı. 70 yaşında ölen Necmioğlu, 22 Ağustos’ta, İstanbul’da toprağa verildi. Yıllar önce, „Hoşçakal Yarın“ filminin gösterime girmesi dolayısıyla Viyana’ya geldiğinde, kendısıyle yakından tanışma fırsatı bulmuş ve bir söyleşi yapmıştım. Daha birçok önemli ayrıntılar içerdiğini düşündüğüm ve daha önce Özgür Politika gazetesinde yer almış bu röportajı, onun sevenlerı ve hallac.org ziyaretçileriyle paylaşmak istedim.

Rumelili annenin, Kafkas kökenli babanın Diyarbır’da dünyaya gelmiş çocuğu: Tuncer Necmioğlu. Hatırladığı kadarıyla kapalı bir odada sürmüştü hayatı. Çayın pekmezle içildiği yıllardı ve hatırladığı kadarıyla 4-5 yaşlarında olmalıydı. Eline kitap almak için, okul sıralarını beklemedi. Üzerine kapı kilitlenerek işe gidilen o günlerde Peyami Safa’nın ‚Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’na dadandı. Okula ise çifte bir sevinçle başlayacaktı. Çünkü, oda hapsinden de kurtulmuş oluyordu. İlkokul beşinci sınıfta Karagöz ekibi kurup, Diyarbakır’da olay olacak bir gösteri yaptı kafadarlarıyla.

Memur çocukları, gezerek boyatardı! Orta okula Konya’da başladı. Okulda sahnelenen piyeslerin hemen hepsinde bir rolü vardı. Lise yıllarında, tekrar Diyarbakır’a döndü. Üniversite sıralarına ise İstanbul’da kuruldu. Tıp okusun isteniyordu. Ki tıbbı kazanmıştı da! Ne varki onun gözü, makine mühendisliğindeydi. Çok değil, bir yıl sonra makine mühendisliğine geçti. Derslerle sahne arasında bölünmüş bir gençlikti onunkisi. Ama okulun bitimine doğru bütün parçalarını sahnede toplayıp, mühendisliğe de bir çizgi çekti. Bir insan ömrünün aktığı, biriktiği o iki büyüleyici koyak kaldı elde: Sahne ve perde.

Hayattaki duruşunu biçimlendiren iki ayrıntı vardı çocukluk yıllarından kalan. Her iki ayrıntı da Konya Ereğlisi’ndeki Ivriz Köy Enstitüsü yıllarında yaşandı. Çocuk yaşta katıldığı enstitünün kollektıf ortamı, sonraki yıllarda tiyatro yapış tarzı üzerinde belirleyici olacaktı. Yedi yaşında çivi toplama işinde yaptığı hile, kabus dolu bir gece yaşattı ona ve o unutulmaz geceden bir hayat düsturu çıktı: Kandırmayacaksın!

Başka bir gün, taşınmak için bir kamyonet kiraladı babası. Baba-oğul kamyonetin arkasına atladıklarında, onları gören diğer çocuklar da hücum etti. Tekini bile bindirmemek için davrandığında, baba hayretler içinde uyardı oğlunu: “Ne yapıyorsun?“ (Birçok filmde sert, aksi mizaçlı karekterleri başarıyla canlandıran Necmioğlu, bu olayı andığında, söyleştiğimiz otel lobisinde hüngür hüngür ağlayacaktı. Zira her insanda öyle tecrübeler vardı ki teminatı sayıldıkları yaşamın buruk tadı olmayı bir ömür boyu sürdürürlerdi.)

1950’lerin hukuk öğrencisi ve solcu gençlerinden olan abisinin getirdiği kitaplarını okuyan Tuncer Necmioğlu’nda görsel faaliyetlere, henüz çok belirgin bir özenme yoktu. Baba Necmioğlu ise, daha fazla dayanamayıp askeriyeden ayrıldı. Ancak daha anlamlı bir yaşam için yapılan bu tercih, bir talihsizlikle boşa çıkarılacaktı. Baba Necmioğlu, doktorun verdiği yanlış ilaç yüzünden hayatından oldu. Necmioğlu kardeşler dava açtılar. Bu yüzden yıllarca baskı altında tutuldular. Diyarbakır’a dönüşün sebebi de babanın kaybedilmesiydi. Hukuk fakültesini bitirmiş abi Necmioğlu, Diyarbakır’da askeri hakim olarak görev yapıyor, Tuncer Necmioğlu hem okuyor hem de geceleri tercümanlık işlerine gidiyordu. Abisi 65 kuruş, kendisi 15 kuruş alıyordu. O yıllarda, bir makine ustasının çok yüksek bir maaşı beğenmediğine tanık olunca, mühendislik kafasına yerleşir gibi olmuştu. „Dönemin allahı makine mühendisidir“ sözünün çok önemsendiği günlerdi.

Mühendisliğe geçmeyiş ve sahnede kalış

Kazandığı ilk yüksek okul İstanbul Tıp Fakültesi’ydi. Ancak, aile çok istese de o tıbbiyede isteksiz ve huzursuzdu. Ertesi yıl, sınavlara tekrar girdi. İTÜ Makine Mühendisliği’ne geçti. „Okul hayatımda ev ödevi yaptığımı hatırlamıyorum. Dersleri iyi dinlemekle yetinirdim“ diyor. Öte yandan, onu tıbbiyeden İTÜ’ye çeken sadece mühendis olma isteği değildi. 1955-56’da tıbbiyede okurken, İTÜ Tiyatro topluluğunu Gençlik Festivali’nde izlemiş ve oldukça etkilenmişti. 1957’de, İTÜ Tiyatro topluluğunun elemanlarından biriydi artık. Rol aldığı ilk oyun, „Kralların Kaderi“ oldu. Sahnedeki etkinliği, üniversite tiyatrosunda yıllarca sürdü. Liseli yıllardan beri ara vermediği basketbol da sürüyordu. Bu süre içinde, şehir tiyatrolarına da sıkı bir izleyici olarak dadanmıştı. Bir amatörün ruh haliyle, bir çok profesyonel izledi. Bir çok oyuna tekrar tekrar gitti. Böylelikle, kendi deyimiyle, „neler yapılmaması“ gerektiğini öğrendi Şehir Tiyatroları’ndan. İTÜ’de sahneye çıkması, 1961’e kadar devam etti. Tiyatroyu, yarı amatör bir hale getirerek, Anadolu turnelerine de çıkılmıştı.

Okul yıllarında tiyatro ve spor, her geçen gün biraz daha mühendisliğin önüne geçti. Hareketli yılların ucuna gelmişti toplum. Yeni çıkan kitaplar okunuyor, politik dergiler izleniyordu. Birikmiş bir çok sorun vardı, çözüm konusunda bir çok ağızdan değişik sesler çıkıyordu. Böyle bir hengamede, memur olamayacağına karar verdi. Özgür bir meslek olarak tiyatro gözlerini kamaştırıyordu. Kürsüye gitti, „okuldan kaydımı silin ben tiyatrocu olacağım“ dedi. „Tamam“ dediler ama kaydını silmediler.

Necmioğlu, öğrenimini tamamlasa da mühendisliğe geçmemiş, sahnede kalmıştı. Okuldan sonra, kendini sürekli değişen ve dönüşen tiyatro topluluklarının içinde buldu. Asaf Çiğiltepe ve Ergun Köknar, Genç Oyuncular’la sahnedeydiler. Tuncer Necmioğlu, Tuncay Önder ve Atilla Tokatlı’nin katılımıyla, Genç Oyuncular, yeni bir toplulukla aşıldı. 1962’de Arena Tiyatrosu’nda sahne alındı. Sıraselviler’de bir binada sahne alan Arena topluluğu, Necmioğlu’nun tiyatro yaşamı için kesinlikle yeni bir kapıydı. Çünkü, „şehir tiyatrolarının çürümüşlüğüne, özel tiyatroların ise sıra ticaretine karşı“, ciddi bir karşı çıkıştı geliştirdikleri tarz. Arena topluluğu olarak, dört oyun sahnelediler.

Sezonun sonuna doğru, 1963’te, İstanbul Halk Oyuncuları arasında sahnedeydi. Ankara turnesi sırasında, kendi içlerinde bir ayrışma yaşayan Ankaralı tiyatroculardan bir teklif aldı. Bunun üzerine,1964’te, Ankara Sanat Tiyatrosu(AST)’nun kuruluşuna katıldı. AST, bir yıl sonra dağıldı. 1964’te, Ulvi Uraz Tiyatrosu’nda sahneye çıkmaya başladı. Başarıyla sahnelenen oyunlardan gelen parayla Ulvi Uraz Bebek’te bir daire alınca, topluluk ömrünü tamamladı.

Yılmaz Güney’le sinemalı yıllar

Tuncer Necmioğlu, aslında ilk sinema rolünü 1960’da üstlendi. Bu, Süreyya Duru’nun „Ateşli Kan“ filminde ve hatır için alınmış bir roldü. Ancak Necmioğlu, sinema mazisini 1965’te Yılmaz Güney ile tanışması ve çalışmasıyla başlatır. „Sinemayı, Güney’le birlikte öğrenmeye başladım. Kin doluydu. Çok da inatçıydı. İlk filmimizde kan kardeş olduk ve bir daha da ayrılmadık“ diyor. „Beyaz Atlı Adam“, Yılmaz Güney’le oynadığı ilk filmdi. Bunu, aralarında „Hudutların Kanunu“, „Kızılırmak Karakoyun“, „Eşrefpaşalı“, „Kozanoğlu“, „Eşkiya Celladı“, „Umutsuzlar“, „Baba“nın da bulunduğu 16 başka film izledi. Lütfi Akad’ın „Sırat Köprüsü“, Atıf Yılmaz’ın „Toprağın Kanı“ ve „Yarın Bizimdir“, Yusuf Kurçenli’nin „Ve Recep Ve Zehra“, Tuncer Önder’in „Ayaşlı Kiracıları“ ve „Yağmuru Beklerken“, Halit Refig’in „Karılar Koğuşu“… Tuncer Necmioğlu’nun oynadığı diğer filmlerden bazıları.

Sinemaya, hem de Yılmaz Güney gibi biriyle bulaşmıştı ama tiyatronun da duracak hali yoktu. Durmamak ise, bozulanı veya yıkılanı, yeniden ya da başka bir şekilde kurmaktı. 1967’de, „Halk Oyuncuları“ topluluğu için Tuncel Kurtiz, Engin Aydın, Umur Bugay ve Müjdat Gezenle biraradaydı Tuncer Necmioğlu. Beşli bir ortaklıkla yeni topluluk perdelerini „Devr-i Süleyman“ adlı oyunla açtı. Sahnelenen oyundan değil ama topluluğun çalışma tarzından dolayı, bir ilke imza atarak sahnelerde olay yarattılar. Özel bir tiyatro topluluğu, ilk kez hem İstanbul, hem de Ankara’da sahne aldı. Emekten, halktan yana sanat faaliyetlerine düşman olanları, gerçekten çatlatacak bir gelişmeydi bu. Yeni oyunlarının basın toplantısını, Ulvi Uraz’ın Aksaray’daki yerinde yaptılar. Toplantıya gelen gazeteciler, „ananız bellenecek“ dedi. Uraz’ın kulakları da çekildi çok geçmeden. „Çocuklar sizin çalışmalarınıza saygım var ama bu sahnede çalışamazsınız“ demek zorunda kaldı. Bunun üzerine, Küçük Meydan Tiyatrosu’nu ayarladılar. İlk kez afiş hazırladılar ve kendileri yapıştırdılar.

Halk Oyuncuları topluluğu, 55 kişilik kadroyla iki ekibe ayrılarak, İstanbul ve Ankara’da 17 oyun sahneledi. „Devr-i Süleyman“, „Samanyolu“, „Teneke“, „Asiye Nasıl Kurtulur“, „Pir Sultan“… İstanbul’da „Devr-i Süleyman“ için soruşturma açıldı. Oyun bu yüzden Ankara’da „Devr-i Küheylan“ adıyla sahnelendi. Tuncer Necmioğlu, „Fikret Otyam’ın başını çektiği militan bir seyirci vardı karşımızda“ diyerek anlatıyor o günleri. İlk oyunun ertesi günü, sahne mühürlendi. Danıştay’a başvurdular ve yürütmeyi durdurma kararı aldılar. Bütün hızlarıyla devam ettiler. 1968 Ocak ayı içinde, „Halk Oyuncuları“nın İstanbul sahnesi yakıldı. Öylesine hızlıydılar ki bir hafta içinde tekrar sahne aldılar.

Topluluğun bir iç tüzüğü vardı. Sanat yönetmeni yoktu, „genel başkan“ yöntemini benimsemişlerdi. Demokratik merkeziyetçi bir işleyişi vardı grubun. Halka karşı sabıkalı bir sistemde, halktan yana tiyatro yapmanın engelleri elbette geçici olmayacaktı. 1969’da sergiledikleri „Pir Sultan“ oyunu, Elazığ ve Tunceli’de yasaklandı. Tunceli’de tüm oyuncular ve her evden en az bir kişi gözaltına alındı. Kamuoyunun tepkisi üzerine, dokuz gün sonra serbest bırakıldılar.

Tavukçuluk ve yeni projeler

Baskılara, zorluklara iç anlaşmazlıklar da eklenince, ülke 12 Mart sürecine girmek üzereyken, „Halk Oyuncuları“ tiyatro grubu dağıldı. Tuncer Necmioğ’lu, İstanbul-Kartal’da küçük bir tavuk üretim yeri kurdu. Necmioğ’lu, tavukçuluk yapmaya koyuldu ama sahnelerden ve perdeden silinmeye de niyetli değildi. Nitekim, 1975’te, Ankara Çağdaş Sahnesi’nin kuruluşuna katıldı. 1976-77 yıllarında, „Ferhat ile Şirin“ ve „İşgal“deki konuk oyuncuğuyla, Şehir Tiyatroları’nın sahnelerindeydi. 1978 sonunda ise, Devlet Tiyatroları’na geçti. „Zararı çok oldu. 12 yıl kör geçti. Memur olmamak için tıbbı bırakmış, mühendisliği bitirmiş ama sahneyi tercih etmiştim. Yıllar sonra, bu kez sahnede kalarak memurluğa dönmüştüm. Zararı çok oldu ama emekliliğimi oradan kazandım“ diyerek değerlendiriyor bu süreci.

1980’de, TRT’nin ilk renkli filmi „Orman“a yönetmenlik yaptı. Bugüne kadar toplam sekiz televizyon dizisinde rol aldı. Rol aldığı filmlerin sayısı 84, oyunların sayısı ise 27’yi buldu. Kendi isteğiyle 1994’te Devlet Tiyatroları’ndan emekli oldu. Emekli oldu ama köşesine çekilmedi Tuncer Necmioğlu. Son yılların önemli filmlerinde yer alıp, yardımcı ve karakter oyuncusu olarak dikkatleri tekrar üzerinde topladı. 1990’da „Karılar Koğuşu“, 1992’de „Yağmuru Beklerken“ filmlerindeki rol almıştı. Bunları „Parçalanma“ izledi. Rol aldığı en yeni film ise, 1998’de çekilen ve Deniz Gezmiş ile arkadaşlarının idamını konu alan,“Hoşçakal Yarın“.

„Hoşçakal Yarın“ı, bütün eksiklerine rağmen „dürüst ve namuslu bir çalışma“ olarak tanımlayan Necmioğlu, „Bugün 62 yaşındayım ve gözlerimde hâlâ bir parıltı var“ diyor ve kararlılığını şöyle dile getiriyor: „Ya hep ya hiç gibi bir inadım var. Bu bir meziyet. Bedeli ağır oluyor ama. Kimine göre bir arıza, bir maraz da sayılabilir. Yine de bu yanımı tutuyorum. Bir aykırılık, seçilmiş bir deliliktir bu. Tabii ki projelerim var. Örneğin, Yılmaz Güney’in Boynu Bükükleri’ni çekmeyi planlıyorum. Bu filmi dört mevsimde çekmek istiyorum. Yılmaz’a nasip olmadı, ama benim ona sözüm var. Kültür emperyalizminin bilinçli bir kuşatması altındayız bugün. Yalnız enerji kaybı yok. Fikir kaybı, umut kaybı da var. Kültür bir eğlencelik, bir makara unsuru değildir oysa. Kültür makaracılık sayılırsa, sanatçı da tazı köpeği olur.“

Bugün 62 yaşında olan Necmioğlu’nun ömrü, iki büyüleyici koyak olarak tanımladığı sahne ve perdede devam ediyor. Yılmaz Güney’in Boynu Bükükleri’ni çekmeyi planlıyorum. Bu filmi dört mevsimde çekmek istiyorum. Yılmaz’a nasip olmadı, ama benim ona sözüm var’’

huseyin.simsek@gmx.at