Nilüfer Akbal: ‘‘Önümde çok zengin bir mozaik var!’’

Yeni Gündem / 14 Eylül 1992

Yüzyıllık aldanışın ufkunda, söylenegelmiş ve söylenmekte olan tüm yalanları en çok da inkârı uçurumlara yuvarlamak… Yüzünü yeni, gerçek aynalarda görebilir olmak ve sanki yaşamın sıfır noktasından başlıyormuş gibi dile gelmek… Yani farklı bir deyişle, yeni ışıltılar altında aydınlanan her şeyin, mecbur edildiği karanlık yüzünü terk etmesi… Türkiye’nin bütün ötekileri gibi Kürtler de bir aydınlanma pratiği içinde. Dört bir koldan kendilerini tanımlama ve tanıtma seferberliği yaşıyorlar. Doğal olarak, sanat alanı bunun dışında kalamazdı. Müzik ise bu alanın en atak, en kitlesel, en popüler türü olarak başı çekecekti. Nilüfer Akbal, yola çıkmış ve yolda kendine çeki düzen veren bu kervanın yürüyüşçülerinden biri olarak, bu yazının konuğu oldu.

Hasret Gültekin’in yönetmenliğini yaptığı ‘Newroz-1’ ve ‘Newroz-2’deki iki solistten biri olarak tanıdık onu. Ardından, ‘Ben Bir Kadınım’ adlı kaset çalışması geldi. Bu arada, ‘Mem-u Zin’ filmindeki ağıtları seslendirerek, film müziğine de adım atmıştı. Nilüfer Akbal, buraya kadar, müzik yolculuğunda kesin bir tarz tutturmuş değildi henüz. Akacağı mecrayı görüyor ama önemli zorlukların da farkında. Lafı dolandırmadan, daha açık seçik anlatımını Akbal’dan dinleyelim:

‘‘Kürt müziği çok zengin ve atakta. Ben Kürdüm ama kendi müziğimin donanımından yoksun bırakılmışım. Sadece ortak çalışmalara katılmam bundan kaynaklanıyor. Güçlü ses, iyi yorum bir yere kadar yetiyor. Dil, derleme ve bilgisini edinme sorunum var.’’

Dört kişilik ortak deyiş kasetinden umduğunu bulamayan, zamanla ‘özgün müzik’e yönelen sanatçı, ‘80’li yıllardan ‘90’lı yıllara geçişte, müzik dünyasında ortaya çıkan değişimleri, şu sözlerle dile getiriyor:

‘‘Türk, Kürt, Azeri… Halk müziğini çok seviyorum. Unkapanı piyasası, halk müziğinin tutmadığı sonucuna varmişti. Oysa, ‘Muhabbet’ dizi kasetleri bunun tersine örnektir. Ne oldu? Bir dönem ve bir yere kadar özgün müzik revaçta tutuldu. Artık bir tıkanıklık yaşanıyor. ‘Ben Bir Kadınım’ albümüne özgün müzik revaçtayken başladık, kaset çıktığında özgün müzik inişe geçmişti. Bu kaset, piyasaya çıktığının ikinci ayında, kendi tütünde en çok satan üçüncü çalışma oldu. ‘Müzik Dünyası’ gibi dergilerde, ‘bir süredir duraklama dönemine giren özgün müziğe yepyeni bir soluk getiren Nilüfer Akbal’ türü yazılar çıktı. Ama hepsi bu. Çünkü müzik dünyası artık pop furyasını yaşamaktaydı. Ve ne yazık ki ortalığı kırıp geçen kaliteli pop da değildi. Gıdıklayan, gırgır eserler.’’

Akbal’ın, ’Ben Bir Kadınım’ adlı çalışmasında kendine özgü sesi ve yorumu, görmezlikten gelinecek gibi değildi. Çalışmada; ’Güneşli günler göreceğiz’, ’Aniden bir mavzer’, ’Niye böyle geç kaldın’ ve ’Ben bir kadınım’ gibi güçlü parçalar vardı. Eksikler yok muydu? Elbette vardı. O da bunun farkında olduğunu şöyle dile getiriyordu:

’’Müzik bir ekip çalışmasıdır. Uyumlu ekip bulmak ise zor. Firma sahibi, yönetmen, besteci, söz yazarı, yorumlayan ayrı ayrı tellerden çalarsa, yapıt karmaşa bir içerikle çıkıyor ortaya.’’

Müzik hayatları on yılları bulmasına rağmen, birçok sanatçımızın üretimiyle ilgili belirli bir çizgisi, net bir anlayışı yoktur. Çoğu alanındaki akademik, teknik, tarihsel bilgi ve eğitimi önemsemiyor. Nilüfer Akbal’ın bu konuda bir çabası var mıydı?

’’Arif Sağ Müzikevi’inde bağlama, solfej ve halk müziği repertuarı eğitimi aldım. Bunun yetmediğini gördüm. 1991’de, Timur Selçuk Müzikevi’nde şan dersleri almaya başladım. Müzik tarihi, gelişimi ve işleviyle ilgili yerli, yabancı kitaplar okuyorum sürekli. Kürt müziği alanında, yurt dışında Hunerkom, yurt içinde MKM’nin yararlanılabilecek çalışmaları var. İnsan, bu tür kollektif çabalar içinde daha fazla olanağa sahip olabiliyor.’’

Nilüfer Akbal’ın bir ayağı Türkiye’de, bir ayağı Avrupa’da. Onlarca konser, televizyon ve radyo programına katıldı. Bunlardan ne umuyordu, bulduğu ne oldu?

’’1988’den beri Avrupa konserlerine gidiyorum. Bu süreçte, 1991 Mayısı’nda, Studio Radio Geneve’ye üç saatlik bir program yaptım. Türkçe ve Kürtçe parçalar seslendirdim. Mayıs 1992’de, Stockholm ve Milhaus’daki Denge Serxebun radyolarına yaptığımız programlarda ise müzik dışında Türkiye’deki gelişmeler, Kürt ulusal mücadelesiyle ilgili söyleşiler de yer aldı. 27 Haziran 1992’de, Köln Radio’da katıldığımız programda da müzik ve söyleşi vardı. Buradaki söyleşinin ağırlıklı konusu kadın sorunu, Kürt kadınının durumu oldu. Yani, konser için bir yerlere gitmenin yararı çok yönlü.’’

Birçok müzisyenin sanat hayatında, öncelikle küçük küçük sahne almalar vardır. Çok eskiden plak, sonra kaset ve şimdilerde CD’ler sonradan gelirdi. Sanatçıyı belli bir mekânın dışına çıkaran da bu ürünler olurdu. Dolayısıyla, bir anlamda asıl sahneye çıkmak bu süreçlerde başlardı. Nilüfer Akbal da ‘asıl sahne’ye çıkmış durumda. Bu sahnedeki duruşu nasıl bir minvalde sürecek?

’’Seri üretim hummasından mümkün olduğunca uzak durarak, eksikliklerimi giderdiğim oranda eser vermek istiyorum. Önümde çok zengin bir mozaik var. Böyle bir ortamda kültürel özgürlük için de el ele vermekten başka çaremiz yok.’’

huseyin.simsek@gmx.at