Maskesizler ve maskeli baloda yaşayanlar

Maskesiz, ilk sayısı Ocak 1996’da yayımlanmış, İstanbul merkezli bir dergiydi. Yayın hayatı Ocak 1998’e kadar devam etti. Dergi, toplam sekiz sayı yayımlandı. Burada yayımlanmış yazılarımı, internet ortamında paylaşmak istememin asıl nedeni, o zaman başlattığımız tartışmaların neredeyse hiçbirini hâlâ bitirememiş olduğumuzu anımsatmaktır.

HÜSEYİN A. ŞİMŞEK

Maske, günlük yaşamda başlıca üç anlamda olmak üzere, çok yaygın bir biçimde kullanılan sözcüklerin başında yer alır. Birincisi: Sözlükteki yalın anlamıyla maske, tanınmamak için yüze geçirilen örtüdür. İkincisi: Maske, aldatıcı görünüş, yani gerçek niteliğini, maksadını açığa vurmamaktır. Aldatmak ya da perdelemektir. Ama buradaki perdelemek, birinci amlamda olduğu gibi örneğin başına kukuleta geçirmek ya da çarşaf, peçe örtünmek değil. Verilen görüntü, sarfedilen söz, eda, öne sürülen düşünce, yansıtılan duygu vs’dir. Üçüncüsü: Maske, korunmak amacıyla, yüze takılan ya da siper edilen araçtır. Burada, kelimenin gerçek anlamıyla korunmak sözkonusu. Çalma fiilini gerçekleştirirken bir hırsızın maske takmasını düşünün. Bir de kaynatma fiilini gerçekleştirirken bir kaynakçının maske kullanmasını… Zehirli gazlardan korunmak için bir laborantın maske kullanmasını vs düşünün. Bunları, ilk aklıma gelen basit örnekler olarak sıralıyorum.

Öte yandan yüzü gizlemesi kaydıyla, maskenin biçimi ve yapıldığı malzeme muhtelif olabiliyor. Bu halleriyle maske, kendine has özellikleriyle birlikte insanın kullanımında olan sayısızca alet-edavattan ve günlük yaşamını gerçekleştirme tarzlarından biri. Hatta bence, yaşamı gerçekleştirmenin en eski, en sürekli, en temel tarzlarından biri. Burada ele alacağım, bu anlamdaki, yani bir varoluş tarzına aracılık eden maske türüdür. Olduğu gibi görünmeme hali, niyetini ve amacını gizleme tavrı, ikiyüzlü davranış…

Yaşam = maskeli balo

İnsanların çift yaratıldığı, çok eski olmanın yanı sıra, günümüzde de önemli bir insan kitlesi tarafından benimsenen bir inanış. Ne zaman, birine benzetilen bir ikinci kişi görülse, “boşuna dememişler insanoğlu çift yaratılmıştır” denir ve karşılaşılanın, bilmem kimin tıpa tıp aynısı olduğu vurgulanır. Her insana, aşırı derecede benzeyen bir ikinci kişi değil, bir çok kişi bulmak mümkün ve doğal. Olasılık hesabından az çok haberdar olan her insan, bunu anlamakta zorluk çekmez. Dolayısıyla çift yaratılmışlık şöyle bir kenarda dursun.

Ben önünüze, insanın çift dünyalı, çift ya da iki yüzlü, açık ve gizli kişilikli oluşunu süreceğim. Yaşamların, nasıl da maskeli balolara çevrildiğine parmak basacağım. Ama Maskesiz’in yayım sürecine yayarak, bugüne kadar yapılandan birçok temel farklılıkla yapacağım bunu. Bu, toplumları ve bireyleri “aşağılık” görmemin ürünü değil. İnsanı, olması istenen değil de olabilen macerası içinde, hem de ilk bakışta akıl almaz gibi görünen yanlarıyla anlama çabasıdır. Daha iyisini gerçekleştirmenin yolu, verili durumu gerçek niteliği ve boyutuyla kabul etmekten geçer. Formaliteleri, protokolü, birer yanıltıcı alışkanlıklar silsilesi olarak kuşaktan kuşağa devredilip durulan referansları, öngörünün çanına ot tıkayan “önyargılar”ı bir kenara atmaktır.

Anlayan anlamıştır: Nalıncı keserine hiçbir zaman uzanmayacak ellerim. Ben, çuvaldızını daha çok severim.

Yüzyıllardan beri, mutlu azınlığın maskeli balo düzenlemesine ateş püsküren mutsuz çoğunluk farkında ya da değil, ama her sınıf ve tabakadan insanların tümü yaşamın kendisini bir maskeli balo gibi yaşıyor. Hem de yılın bilmem hangi gününde, “absürd” bir eylenme biçimi olarak, adı konarak yaşanan “maskeli balolar”a taş çıkartan bir maskeli balo! İstisnasız herkes bu maskeli balonun içinde; kimi efendi, kimi köle; kimi zalim, kimi mazlum…

Ben kendimizi, Maskesizler alarak adlandırmaktan yanayım. Fakat bu tanımlama, ancak ve ancak, pek yakın gibi görünmeyen bir ütopyadan bugüne yansıyan bir ışık hüzmesidir. Farkımız: Toplumu ya da dünyayı bataklık olarak tanımlayıp, kendimizi de bataklık gülü ilan etmiyoruz. Diyoruz ki, “bataklık gülü” olunabilse bile, bataklık biraz da orda açan “gül”ün içindedir.

Maskesizlik, olduğu gibi görünme ya da göründüğü gibi olma halidir. Başkalarını, çevresini, toplumu, bütün insanlığı kandırdığını sanmanın, aslında en başta kendini kandırdığının farkında olamama gafleti olduğunu bilmektir. Tanımlamalarım, birçok insana kuru gelebilir. Tekyüzlü kalma çabası, birçoklarınca saflık sayılıp, acıklı bile bulunabilir. Ama karşı tarafta ne var: Tab edilip gösterişli albümlerde ambalajlanan şaşaalı yaşam görüntüleri! İşte asıl tekdüzeliğin, sığlığın, idare-i maslahatçılığın kanıtları bunlardır. Çünkü maske çarpıtır, yanıltır, altındakini gizler; örtüden ibaret olduğu için incedir, derinlik aranmaz.

Yaşamdaki bitaraf alanlar

Sınıflar mücadelesi, insanlığı ileriye taşımanın bir biçimi olarak yaşanırken, bir yandan da kısırlaştırma mecrası olarak işlev gördü. Sınıflar mevzilenmesine göre, doğal olarak taraf ve karşı-taraf vardır. Ancak, yaşamın tamamının istisnasız sınıf mücadelesine indirgenmesi, yaşam alanlarını daralttı. Sınıflar terazisinin tartamayacağı, bitaraf alanlar olduğu unutuldu, yadsındı. Sınıf terazisi, toplumun her kesimi ve sınıfından bireylerin, yaşamı bir maskeli balo gibi yaşadığı yargısını tartamıyor örneğin.

Hangi inançtan, ideolojiden, sınıftan ya da ulustan olursa olsun tarih içinde insanlığın ortak birikimi haline gelmiş evrensel değerler var. Öte yandan bütün inanç sistemlerinin, ideolojik teori ve pratiklerin, ezen-ezilen ilişkisinde mağdur ve mazlum konumda olan sınıf ve ulusların olumsuz ve kesinlikle terkedilmesi gereken gelenek, görenek, politik uygulamaları var. Ne yazık ki madalyonun bu yüzü hep perdelenir. Her inanç, ideoloji, sınıf, ulus kendi “pislik”ini örtmeye; kötü icraatlarını maskeleyip, “haklılık”ına toz kondurmamaya çalışır. Ama bu hileli bir toz kondurmamadır. Kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi, yerler ve roller değiştiğinde başkasına yapmaktan geri durmaz. Çifte standartına gerekçe bulmakta da pek zorlanmaz.

Olup biten şu: Herkes kendi geçmişinin ve bugününün temizliğini, başkalarının ise rezilliğini kanıtlamak için çırpınıp duruyor. Böyle bir çabaya hiç de gerek olmadığının anlaşıldığı bir noktada bulunuyoruz. Çürüyen dişten en büyük zararı, onu ağzında taşımayı sürdüren görür.

Kendi tarafımızı da çürük dişlerinden kurtulmaya ısrarla davet etmeli, hatta zorlamalıyız. Buyrun; önce çürük dişlerinizi görelim!

(Maskesiz dergisi, sayı 1, s. 2-3, Ocak 1996 – İstanbul)