İki roman, iki kuşak: 78’liler ve 90’ların yatılı kızları

gazeteoneri.at / 18.10.2018

Viyana – Merkezi Ankara’da bulunan Ütopya Yayınevi, 1998’den beri Avusturya’nın başkenti Viyana’da yaşamını sürdüren yazar Hüseyin A. Şimşek’in iki romanının ikinci baskılarını yaptı. Yeni baskılarıyla okurun dikkatine sunulan bu romanlardan ilki Eylül Şifresi, diğeri ise –Avusturya’da geçtiğimiz Mayıs ayında Almanca’sı da yayımlanan- Kızılötesi Rengini İsteyen Kız. Şimşek’in, ikinci baskıları aynı zaman dilimi içinde yapılan bu iki romanı, Türkiye’deki iki farklı kuşağın, hem birbiriyle çakışan hem de ayrışan hikâyelerini konu ediniyor. Eylül Şifresi, hapisanelerden kurtulup hayata yeniden katılan 78 Kuşağı’nı; Kızılötesi Rengini İsteyen Kız, dinin hayatın her alanı üzerinde bir hakimiyet inşa ettiği 90’lı yıllardaki yatılı kızlar kuşağını anlatır.

Darbe sonrası sessizliği parçalamak

Şimşek’in Eylül Şifresi romanını ayrıntılı bir şekilde inceleyen Dr. Ahmet Alver (bkz. turkishstudies.net), bu romanı, “12 Eylül sessizliğini parçalayan ilk edebî ürünlerden biri” olarak tanımlar. “Tarihsel referansın ayırdedici kullanımı nedeniyle diğer 12 Eylül romanlarından farklıdır Eylül Şifresi. 1980’lerin siyasi atmosferini hem yerel hem de küresel olarak aktaran bir dizi enstantane ile açılır… Eylül Şifresi’ni deşifre etmek ve sessizliği parçalamak için, darbe sonrası cezaevlerinin dışındaki devrimcilerin hayatlarına odaklanır. Darbenin, toplumu nasıl değiştirdiği gösterilir”, der.

Romanda, karakterlerin darbeden önceki hayatları -geri dönüşler ve anılar vasıtasıyla- müdahaleyi takip eden süreçte yan yana verilir. “Darbenin siyasi ve sosyal etkilerini vurgulamanın yanı sıra”, der Alver ve devam eder: “Bu geri bildirimler, zaman ve mekânı parçalamak, komploya müdahale etmek ve 12 Eylül’den sonra yaşanan travmanın izlerini vermek gibi bir etkiye sahip.” Darbe öncesi ve darbe sonrası olmak üzere, iki farklı zaman aralığı vardır romanda. Bu zaman aralığında, yan yana aktarılan iki önemli şey vardır: Devrim ideali ve aşk. İki genç sevgilinin hayatına her odaklanma, Türkiye’nin darbe aracılığıyla getirilen siyasal-sosyal dünyasındaki değişimleri de işaret eder. Mutlu bir son, hem var hem yoktur. Çelişkiler ve sorunlar devam ediyordu çünkü, ama ilgili dönemin devrimcileri için en önemli direniş eylemi olan, insanları susturan Eylül Şifresi’nin deşifre etme mücadelesi de.

Yaşam tarzına dokundurtmama

Şimşek’in Kızılötesi Rengini İsteyen Kız adlı romanında, Türkiye’de dinin o güne kadar görülmemiş bir düzeyde siyasallaştırılmasının 90’lı yıllardaki ilk ipuçları verilir. Ülkenin bugün geldiği yerin, başlangıç yıllarıdır henüz. Yer, bir yatılı kız lisesidir. Belli bir dinin belli bir mezhebini, hayatın her alanında egemen kılma sürecinde bugün gelinen noktanın, 30 yıl kadar önce pek de önemsenmeyen ilk belirtileri, bir grup genç kız nezdinde hikâye edilir. Her şey, zamanında “küçük”, “ayrıntı”, “lokal” denilerek pek de önemsenmeyen uygulamalarla mümkün olabilmişti.

Yüksek öğrenim yapamadan evlendirileceği korkusuna kapılan, otoriter babayla çatışmak zorunda kalan, bütün bu sıkışmaları yatılı okul seçeneğiyle aşacağını uman gencecik kızlar, orada otoriter babaya rahmet okutacak ve dinî referanslarla dayatılan “kamusal” bir otoriteyle karşı karşıya kalmışlardır! Katıldıkları, daha büyük bir “aile”dir; o “aile”de birden fazla “baba”, sayısız “abla” vardır. Yıllar sonra Taksim Gezi Direnişi, “siyasallaştırılmış bir dinî tarz”ın iktidara taşınmasının artık kabul edilemez noktaya taşındığı bir dönemde yaşandığında, eylemi kotaran gençlerin öne çıkan ortak şiarı, “yaşam tarzıma dokunma” olacaktı. İşte bu roman, -hem de 30 yıl kadar önce- bir yatılı kız lisesinin duvarları arkasında yankılanan “yaşam tarzıma dokunma” çığlığının hikayesi!