Kenterleri barıştıran oyun: Konken Partisi

Gündem /

İstanbul – “Artık o eski büyük oyunlar, bağırmalar çağırmalar, yerini daha sadeliğe, daha içtenliğe bıraktı. Onun için oyunculuk daha zor oldu…” 1988 Kasım ayında yapılmış bir şöyleşide böyle diyordu Müşfik Kenter. Şu sıralar, uzun bir ayrılıktan sonra, abla Yıldız Kenter’le sahneledikleri iki kişilik ve iki bölümlük “Konken Partisi”, işte tam da böyle bir oyun. Kenter kardeşler, ön gördüklerini bizzat eyliyorlar. “Artık tiyatro yoğun oyunculuk istiyor, ufak şeylerden büyük duygular gösterebilmek gerek.” Müşfik Kenter’in bu tanımları elbette ilk ve tek değil. Shakespeare’in Hamlet’e söylettiği şu istek, tiyatroda yıllar yılı özlenmedi mi: “… verdiğim parçayı ne olur, rahat, özentisiz söyle.”

“Konken Partisi” ile 38 yaşında “Pulitzer Ödülü” alan yazar Donald Lee Coburn’un gönlü rahat olabilir. Çünkü, ellerine verilecek en yalınkat metne bile oyunculuklarıyla derinlik katacak ustalığa ulaşmış Kenter kardeşler, Shakespeare’in özlemini çektiği tarzda sahneliyor Konken Partisi’ni. Oyun, geleneksel tiyatronun ögelerinden bir hayli uzak. Türünün düzeyini tutturamamak değil, bir özgünlük olarak belirir bu. Mevcut zamanda ve mekânda başlayıp, başka mekânlara ve ileriki zamanlara doğru bir akış yok. Öyküde bir gelişim sürekliliği aramak boşuna. Daha çok konken masasında, bazen de etrafında, geride bırakılmış iki koca ömre, ama sürekli değişen zaman ve konularda projeksiyon tutma var. Sıradan bir olaya, konken oyununa, kâğıtlara yüklenmiş olarak.

Seçkin Selvi’nin Türkçeleştirdiği, sahne düzenlemelerini Refik Eren’in yaptığı Konken Partisi, bir huzurevinde geçer. Fonsia Dorsey ve Weller Martin, can sıkıntılarını gidermek isterken, yaşamlarının muhasebesini oyuna katmakla, geçmişte kalan birçok sıkıntıyı bugüne taşıyıveriyorlar. Birçok sorun, klişeleştirilmeden yaşanmış ayrıntılarla dile gelir. Kadın kocasından, erkek karısından neden ve nasıl boşandığını anlatırken, evlilik ve aile kurumlarının eleştirisini yapmış olur. Burjuva çekirdek ailenin ekonomik bir anlaşma olması, harcama mekanizmasına dönüşmesi, gemisini ne yapıp edip yürütmenin hile ve kıvraklığını elde edemeyen kaptanı, tayfalığa bile layık görmeyip denize bırakan kapitalist iş hayatının birey üzerindeki tahribatı… Oğullar ve kızlarda feda ruhunun, vefa duygusunun dirheminin bile bırakılmaması…

Sistemin kıstırdığı herkes, oyunun erkek karakteri Weller Martin’in deyimiyle, “bir yere girmek zorunda” bırakılmıştır. Kadın karakter Fonsia Dorsey kilisenin huzurevine girmek ister ama bunun için bütün parasını bağışlamak zorunda olacağı koşulunu öğrenince vazgeçer. Oradaki birçok tanıdığından geçip yalnızlığı seçer. Oğlu, en son bir yıl önce gelmiştir ziyaretine. Weller Martin’in ise hiç arayanı soranı yoktur. O, beklemeyi unutmuştur. Gelenler olsa, kendisini rahatsız edeceklerini düşünür. Babasının sıkıntısını anlayamayan genç bir kadın ziyaretçi, Weller Martin’i işaret edip, “adam iskambillerle ne güzel eğleniyor” der. Benzer anlayışsızlıklarla yüklü olacaksa eğer, ziyaretine gelenler olsa ne olur, olmasa ne!

Huzurevindeki işleyiş, sistemin bir minyatürüdür. Sistemin darbeleriyle savrulup huzurevine sığınan Weller ve Fonsia, huzurevindeki ortamdan da kaçıp kütüphaneye sığınır. Orada, ömürlerinin aşılmış dönemlerini konken masasına yatırırken, aslında, o yaştan sonra yeni bir yaşam çabasının içindedirler. Dostluk, bağlılık, tutku, kıskançlık, kavga, hükmetme, küskünlük, özleme, jest yapma, rest çekme, oyuna getirme… O daracık mekân, işte böyle genişliyor da genişliyor, alabildiğine derinlik kazanıyor. Yoksa, yine Weller’in deyimiyle, “insan burada aklını kaçırabilir”.

“Konken Partisi” denildiğinde, akla önce kadınlar ve kadınlardan da “kokanalar” mı gelir? O partiler daha çok kem küm partisi mi olur? Ama bu oyunda, konken partisi sadece bir fon. Sıradandaki sıradışılık, ayrıntıdaki derinlik, kısa ve “küçük” oyundaki yoğunluk var. Weller Martin’in şu söylediklerini, sistem dolayımıyla düşünün: “Bu kadar çok yaşarsan böyle olur.” İşte, modern toplumun bireye indirgenmiş korkunç dramının çok, belki de en çarpıcı özeti!

Müşfik Kenter, yine 1988 Kasım ayında aynen şunları söylemişti: “… bir de sonsuz yaşadığınızı düşünün, ne büyük ıstırap!” Sahi, verili toplumları oluşturan bireylerin yüzde kaçı, hâlâ uzun yaşamayı düşünüyordur acaba?

……………………………………
Müşfik Kenter 15 Ağustos 2012 günü, Yıldız Kenter ise 17 Kasım 2019 günü ayrıldı aramızdan.
huseyin.şimsek@gmx.at