Avrupa’da edebiyatın göçmenleri veya göçmen edebiyatı

Son Haber / 24.06.2020

Başlığın işaret ettiği, sadece göçmen kökenli edebiyatçıların değil, göçmen kökenli okurların da irdelenmesi gerektiğidir. Ben burada yapacağım, çok özet bir üst okuma sayılabilir belki. Ya da konuyla ilgili bir yüzey taramasıyla kalın çizgileri, belirgin hatları, farkı apaçık aşamaları kronolojik bir akışa göre işaret etmek!

Avrupa’da “göçmen edebiyatı”yla ilgili ilk terminolojik tartışma, 1980’de Almanya’da ve “Südwind” (Güney Rüzgarı) adlı yayın organı tarafından başlatıldı. Bu kurum, “farklı göçmen toplulukları arasında köprü olmak” üzere oluşturulmuştu. İtalya göçmeni Franco Biondi ile İran göçmeni Rafik Schami, bu işin öncülüğünü yapmışlardı.

Südwind çatısı altında ya da etrafında kümelenen edebiyatçılar, bütün göçmen toplulukların anlayabileceği ortak dil olması dolayısıyla, Almanca dilini kullandılar. Fakat onların kullandıkları “Almanca”, başka bir Almanca idi. Vakti zamanında, “konuk işçi Almancası” da denilmişti buna.

Almanya başta olmak üzere, Avrupa ülkelerindeki genel seyir incelendiğinde görülecektir ki “göçmen edebiyatı” şeklinde de ifade edilen olay, zaman içinde çok farklı terminolojik tartışma ve değişim aşamalarından geçmiştir. Değişimin en hareketli olduğu alan ise bu edebiyatla ilgili gündeme gelmiş adlandırmalardı. Her bir gelişim (değişim) aşamasına bir adlandırma düşmektedir neredeyse.

Söz konusu adlandırmaların öne çıkanlarından bazıları şöyleydi: “Gurbetçi edebiyatı” (Betroffenheitsliteratur- Literatur der Betroffenheit), “konuk işçi edebiyatı” (Gastarbeiterliteratur), “misafir edebiyatı” (Gastliteratur), “yabancılar yazını” (Auslaenderliteratur), “göçmen

edebiyatı” (Migrantenliteratur)… Bir de sadece Almanya’ya özgü olan bir adlandırma örneği verelim: “Yalnız Alman edebiyatı olmayan bir edebiyat” (eine nicht nur Deutsche Literatur).

1990’lı yıllara girildiğinde, Avrupa’daki bu yeni dönem “göçmen edebiyatı”nın nasıl bir edebiyat olduğuyla ilgili tartışmalar, araştırmalar artık ilgili üniversitelere kadar yansımaya başladı, gündem oluşturdu.

Konuya, bütün göçmenler değil de Türkiye kökenli olan göçmenler açısından baktığımızda neler görüyoruz?

Almanya ile Türkiye arasındaki “işgücü mübadele anlaşması” 1 Eylül 1961 günü imzalandı. Aynı anlaşmanın Avusturya’da yürürlüğe girdiği tarih, 15 Mayıs 1964’tür. Sonra Fransa, Hollanda, Belçika, Danimarka gibi diğer Avrupa ülkeleri gelir. “Birinci kuşak göçmen ebiyatçılar” da bu süreçle birlikte anılır. Türkiye kökenliler şahsında “gurbetçi edebiyatı” bahsinde ilk süreçtir bu. Farklı bir deyişle bu süreç, Birinci Kuşak’tan edebiyatçıları kapsadı.

Türkiye kökenli Birinci Kuşak göçmen ebiyatçıların en önemli özelliği, Avrupa ülkelerine yazar ve şair olarak çıkış yapmalarıydı. Geldikleri Aprupa ülkelerinde yazmaya başlamadılar, onlar zaten birer yazar ve şairdiler. Kimi, bu alanda daha Türkiye’deyken “ünlenme”ye başlamıştı. Geliş tarihlerine göre ilk grubun öne çıkanları Nevzat Üstün, Bekir Yıldız, Yüksel Pazarkaya, Aras Ören’di mesela. İkinci dalga edebiyatçı göçünde Habib Bektaş, Şinasi Dikmen, Yaşar Miraç, Fethi Savaşçı, Yücel Feyzioğlu, Güney Dal, Fakir Baykurt gibi simalar yer aldı.

Birer yazar ve şair olarak gelmelerinin yanısıra, ikinci önemli ve ortak özellikleri, hemen hemen hepsinin yazın dilinin Türkçe oluşuydu. İlk kuşakta yer alanlar arasından Yüksel Pazarkaya, Kemal Kurt, Ayşe Özakın, Kundeyt Şurdum, Hüseyin A. Şimşek gibi çok az sayıdaki edebiyatçı, kısmen Almanca da yazmış ya da yazmaktadır. Sadece Almanca yazan ise yalnızca iki kişi vardı: Şinasi Dikmen ve Saliha Scheinhardt. İlk kuşak göçmen edebiyatçıların işledikleri ana konuların başında gurbet hayatı ve bu çerçevede yaşanan acılar, çekilen sıkıntılar yer aldı.

Burada, Avrupa’daki Türkiye kökenli toplulukların geneline yönelik değil, edebiyatçılara özgü bir “kuşak” belirlemesi yaptığımızı anımsatarak devam edelim. “İkinci kuşak göçmen ebiyatçılar”, Türkiye’de doğmuş ama küçük yaştan başlayarak Avrupa’da büyümüş kişilerden meydana geldi. Kültürlenmeleri, eğitim ve öğretimleri, yazı dilleri “iki”lidir. Bu sebeple kimi ilgili araştırmacılar bu edebiyatçılar kuşağını “arada kalmış” sayar; başka birileri, “kimlik çatışması yaşayan göçmen edebiyatçılar kuşağı” der.

Osman Engin, Zehra Çırak, Zafer Şenocak, Feridun Zaimoğlu, Akif Pirinçi, Renan Demirkan, Durmuş Doğan, Salih Omurcak, Şerafettin Yıldız, Nevfel Cumart, Seher Çakır, Selam Özdoğan, Ercüment Aytaç… Bu isimlerin öne çıktığı “ikinci kuşak göçmen ebiyatçılar”a ait eserlerin, çoğunlukla kimlik arayışlarını temalaştırdığı vurgulanır araştırmalarda. İki istinadan söz edilir bu grupta: Akif Pirinçi, polisiye romanlar yazar sadece. Selim Özdoğan ise göçmenlik ekseninde yazmaz.

“Kanak Attak Edebiyatı”na ayrıca projeksiyon tutmak için, bu ikinci kuşakla ilgili bir parantez açmamız gerekiyor.

“Kanake”, Güney Okyanus adalarının yerlilerine denir. Yani, Hawai kökenli bir sözcüktür bu. Fakat Almanca’da aşağılayıcı bir anlam yüklenmiş, bir nevi “küfür” yerine kullanılır olmuştu. “Eğitilmemiş insan”, “tedirgin edici yabancı işçi”… İkinci kuşak göçmen ebiyatçılardan Feridun Zaimoğlu’nun (Almanya’da) önayak olduğu ve ilgili tartışmalarda “bir göçmen edebiyat orijini” sayılagelen edebî akım, işte bu ‘Kanake’ sözcüğüyle tanımlayageldi kendini: “Kanak Attak Edebiyatı!”

Kendilerini ‘Kanaksta’ olarak tanımlayan bu akımdan edebiyatçılar, sadece kökeni Türkiye’ye dayanan göçmen edebiyatçılardan oluşmazlar; Arap ülkelerinden, Rusya’dan ve bağlı cumhuriyetlerden, eski Yugoslavya’dan, Pakistan’dan, Tunus’dan ve Almanya’nın “yerliler”inden de edebiyatçılar var aralarında. Akımın bir manifestosu da var. Göçmenleri ve göçmenlik sorunlarını işlerler ama bunu kimlik, köken sorununa bağlı yapmazlar. Hem kimlik üzerine bina edilen hem de asimilasyona vardırılan politikalara karşıdırlar. Zaimoğlu, Türkçe de yayımlanan ‘Kafa Örtüsü’ adlı eserinde, “Türk, vatan, kimlik yoktur. Bunların hepsi kafa yıkamaktır. Sadece ve sadece kanaklar vardır ve bu yüzden parola kanak attaktır”, der.

Almanca’dan farkı olan bir dil kullanır. Bu dilde otantikliğe vurgu vardır. Yerel dillerden sözcükler alırlar metinlerine. Beden dili, ayrı bir özgünlükle katılır edebiyat ürünlerine. Hiphop, rap tarzı müziklerin etkisinden de söz etmek mümkün. “Marjinal bir Almanca”, “göçmen Almancası”, “üçüncü dil”, “Türken-Deutsch”, “Kanak-Sprache” gibi adlandırmaları tercih edenlere rastlanır.

Bir de erken ya da geç dönem göçmeni değil de “göçmen arka plana sahip” edebiyatçılar var, en azından kısmen “yerli” kalem erbabından ayrı duran ya da farkını koyan.

Avrupa’daki edebiyat alanının bu kuşağında yer alan şairler, yazarlar; ilk iki kuşaktakiler gibi (erken ya da geç dönem) göçmen değil, “göçmen kökenli” ya da farklı bir deyimle “göçmen arka plana sahip”ler. Dolayısıyla başka bir yazının irdelenme konusu yapılmaları daha doğru olacaktır. “Edebiyatın göçmenleri” veya “göçmen edebiyatı” tanımlamalarıyla ilintili ama farklı bir grubu oluştururlar. Her birinin ağırlıklı yazın dili, yaşadıkları Avrupa ülkesindeki başat/resmî dildir. Bu her bir yazar ve şaire göre değişirse de temalarında göçmenlik ve göçmenler ağırlıkta değildir. Eserleri Türkçe, Kürtçe ya da diğer dillerde de yayımlanıyorsa eğer, o eserler artık birer “çeviri eser”dir.

Her bir Avrupa ülkesindeki Türkiye kökenli göçmen edebiyatçıları ayrı ayrı, dolayısıyla daha ayrıntılı ele almak da oldukça gerekli bir çabadır. Bu çabası, yaşadığım Avusturya için gösterme olanağına sahibim. İlerdeki yazılarımdan birini buna ayırabilirim elbette.

…………………………………………………………
https://sonhaber.ch/avrupada-edebiyatin-gocmenleri-veya-gocmen-edebiyati/
huseyin.simsek@gmx.at