Öneri gazetesi / Nisan 2005
Viyana – Karadeniz Samsun kökenli bir ailenin, İstanbul doğumlu, ilk çocuğu Seher Çakır. İstanbul Fatih’te dünyaya gelişi, biraz sıra dışı olacaktı. Doğduğunda hiç ağlamadı! Ağlamadığı gibi, mosmor kesilmişti! Öyle ki bir an ölü doğduğuna hükmedilmiş.
Seher Çakır, beş yaşındayken, aile bir yol ayrımına geldi; anne ve baba Çakır, işçi olarak Avusturya’ya gidecekti. İki kız kardeşin Samsun Çarşamba’daki köylerine, babaanneye bırakılmasının dışında bir seçenek görünmüyordu ortalıkta. Seher Çakır, ilkokula köyde başladı. Yaklaşık 3,5 yıl sonra anne-baba döndü ve tekrar İstanbul’a taşınıldı ama bu kez Küçükçekmece’ye. Fakat İstanbul-Çarşamba arasında dokunan mekiklerin sonuncusu değildi bu. 1980’de tekrar Çarşamba’ya dönüldü. Baba yine Avusturya yolcusuydu.
İlkokul bittiğinde Seher Çakır’ın eğitimi kesintiye uğradı. Çünkü köylerinde ortaokul yoktu. Çarşamba’ya inmesi gerekiyordu ama bu pek mümkün olamayacaktı. Bir yıl okulsuz geçti. 1983 Mayısı’nda bir otobüsün içinde Avusturya’ya doğru yolalıyorlardı. Viyana’ya yağmur altında vardılar. Berggasse’de, Freud’un Evi’nin karşısındaki binada oturacaklardı. Kesintiye uğrayan eğitim, Glasergasse’deki okulda sürecekti. Hikayesinin sonrası için sorulara verdiği yanıtlar şöyle:
Yabancı bir toplumdaki maceranın ilk aşamalarını anlatır mısın?
Seher Çakır: On ay konuşmadım sayılır. İki ay sonra dili anlamaya başladım aslında, ama konuşmaktan çekiniyor ve korkuyordum. Kitap okuyordum. Renate Welsch’in ‘Ülkü das Fremde Madchen’ kitabı gibi. Çoğu, benim durumumdaki insanların öyküleri. Çevremdekiler, ‘anlamıyorsun niye okuyorsun’ diye dalga geçiyorlardı. 12 yaşımda Simondenggasse’de kütüphaneye yazıldım. Çin hikayelerine dadandım o dönemde.
Nasıl sürdü okul yılları?
Ortaokulu takılmadan bitirdim. Sonra, Hainburgerstrasse’deki ‘polyteknischeschule’ye gittim.
Neden ‘polyteknischeschule’?
Ne yapacağımı henüz bilmediğim için gidiyordum o okula.
Çalışma hayatına ilk adımı nasıl attın?
Bir gün Wipplingerstrasse’deki Hartlauer’e girdim: ‘Eleman lazım mı’ diye sordum. Form verdiler, doldurup teslim ettim hemen. Kısa zaman sonra görüşmeye çağırdılar. Fotoğraf makinesi, radyo, teyp, bilgisayar satmaya talip olmuştum. Ve alındım işe! Hütteldorferstrasse’deki ‘Berufschule’ye gönderildim. Yani önce firma bulmuştum, o firma beni yeni bir okula yönlendirmişti.
Başka hangi alanlarda çalıştın?
Hartlauer’da çalışarak okulu bitirdim ve evlendim, iki-üç ay sonra da işten çıktım. Başka bir iş deneyecektim. Inrekulturelles Lernen(IKL)’ne başvurdum ve 2. Viyana’daki bir ilkokulda işe başladım. Bir yıl sonra buradaki IKL dağıldı. Bir kızım oldu bu arada. İman birbuçuk yaşındayken, pedagojik akademiye gitmek için hazırlık sınavları vermeye başladım. Bir yıl sürdü sınavlar. 1995-96’da Pedagojık Akademi’ye başladım. Okul üç yıllıktı, birbuçuk yıl devam edebildim. 1997’de Backon Stage’de ‘sosyal arbeiter’ olarak çalıştım. Oradan 21. Viyana’daki Jugendzentrum’a geçtim. Şu anda çocuklara, velilere ve öğretmenlere ınternet sayfaları hazırlayan bir dernekte çalışıyorum.
Yazma serüvenin ne zaman ve nasıl başladı?
İlkokulda hikayeler yazmaya başladım. Annemin anlattığı bir hikayeyi değiştirip yazdım. Öğretmen ‘bu saçma’ dedi. Ben buna çok bozuldum tabi. Avusturya’ya geldikten sonra tekrar yazmaya başladım. Eski hikayemi yeniden yazdım. Sonra Almanca günlük yazmaya başladım. 20 yıldır sürüyor yazma maceram.
Önce hikayeler yazdın ama ilk yayımlanan kitabın bir şiir kitabı. Şiir nasıl öne geçti?
Evet önce öykü yazmaya başladım, sonra şiir de devreye girdi. Ortak kitapları da katarsak aslında önce öykülerim yayımlandı. İkişer üçer öykümle önce antolojilerde yer aldım. Fakat bana ait ilk kitabım Çarşamba Şiirleri oldu.
Bu alanla ilgili başka arayışların oldu mu? Kendini geliştirmek için neler yaptın veya yapıyorsun?
IKL’de çalışırken, Hikmet Kayahan’ın yönetimindeki edebiyat atölyesine katıldım iki yıl. Başka arayışlara gelince, meslek okulundayken resme ağırlık verdim. Çünkü yazıyla dile getirmek zordu, resim daha kolaydı sanki.
Peki ilk hikayeler ne zaman ve nerelerde yayımlandı?
1999’da, Helmut Miederler Hemagoras’ın yönetiminde Mohorjeva Yayınları’ndan ‘Die Freude in mir’ adlı bir antoloji çıktı. Bir öyküm var o kitapta. Sonra 2002’de Milena Verlag tarafından yayımlanan, ‘Sizin Diliniz Benim Dilim Değil’ adlı seçkide yer aldım öykülerimle.
Okuyucunun karşısına şiirlerinle ne zaman çıktın?
Şiirlerim ilk kez, Ocak 1999 ile Ekim 2000 yılları arasında yayımlanan Öneri dergisinde yeraldı. Ekim 2004’te ‘heim.at’ antolojisi çıktı, bu antolojide üç şiirim var. Çok değil iki ay kadar sonra, bana ait ilk kitap olan ‘Çarşamba Şiirleri’, Almanya’nın Berlin kentinde faaliyette olan Hans Schiller Verlag tarafından okurlara sunuldu. Göçmen şairlere de yer veren bir yayın evi.
Bu arada dinletiler de oldu mu?
İlk şiir dinletimi, şiirlerim henüz hiçbir yerde yayımlanmamışken oldu. Bu aslında ortak bir dinletiydi. 1998’de Amerlinghaus’da gerçekleşti. Nail Balawi ile ortak bir şiir dinletisi yapmıştık. Dinleti iyi geçmişti. Motive oldum. Sonraki yıllarda Siebenstern Kulturzentrum’da, Buch und Wein’de, BFI’de ve Cafe Şiraz’da şiir ve öykülerimden okumalar yaptım.
Hangi dilde yazıyorsun?
Öykülerimi kesinlikle Almanca yazıyorum. Şiirler ise döneme göre değişiyor. Bazen Türkçe yazmaya başlıyor, Almanca devam ediyorum ya da tersi olabiliyor. Tam bir iki dil hikayesi. Öykülerde sadece Almanca. İki dilden birine ‘bu benim düşünce dilim’ diyemiyorum.
İkinci kitap olarak sırada ne var?
Öyküleri hazırlıyorum. İkinci kitap öykü olacak.