Kitap fuarında bazı konuşmacıların sandalyeleri niçin boştu?

RAGIP ZARAKOLU / Evrensel gazetesi, 12/11/2010

29. TUYAP İstanbul Kitap Fuarı panelleri sırasında ilginç bir protesto eylemi yaşandı. Amaç artık normal kabul edilen acayip bir duruma dikkat çekmekti. Belge Yayınlarının düzenlediği, “12 Eylül Sonrası Cezaevlerinde Yazarak Direnmek” ve “12 Eylül Sonrası Sürgün Edebiyatı” başlıklı panellerin bazı katılımcılarının sandalyeleri boştu. İsimleri yazılı plaketler salondaki dinleyicilere hüzünle bakıyordu. Onların panele ilettikleri tebliğ ve mesajlar, başkaları tarafından okundu. Çünkü ya mahpustular ya da sürgün.

Cezaevi Edebiyatı paneline katılanlardan, Abdullah Kanat, 28 yılını cezaevinde geçirmişti. Kanat’ın “Mizgin/Batman’da Şafak Sökerken” başlıklı ilk kitabı büyük ilgi uyandırdı. “Hawar / Amed’de Dehşet Geceleri” ve “Welat / Dicle’nin Ahı” adlı kitapları ise yakında yayınlanacak. Kanat’ın bir kitabının müsvettelerine cezaevinde el konuldu. Davası şimdi AİHM’de. Bu arada cezaevlerinde 12 Eylül sonrasında yüzlerce kitap çalışmasına el konulup bunların imha edildiğini de sözlerimize ekleyelim.

Ancak cezaevleri birer akademi gibi çalışmaya devam ediyor.

Almanya’dan Türkiye’ye dönüşünde havaalanında, TMY saçmalığı nedeniyle tutuklanıp cezaevine konulan Doğan Akhanlı yeni bir kitabını tamamladı bile. “Fasıl” adlı roman Telos Yayınları tarafından yayınlanacak. Kitap, işkencecisi ile karşılaşan roman kahramanının karşılıklı iç diyalogları üzerine kurulu.

Cezaevi Paneline katılabilen konuşmacılardan Memik Horuz da uzun yıllarını cezaevinde geçirdi. Geçtiğimiz günlerde “İtirafçı” adlı romanı yayınlanan Memik Horuz, hapisten çıktıktan sonra muhalif basında gazeteciliğe başladı. Ve bir röportajı nedeniyle yine uzun yıllarını cezaevinde geçirmek zorunda kaldı, TMY ve önyargılı yargı sayesinde.

Son konuşmacı ise, 10 yıl cezaevinde kalmış olan ve “Ölümden Zor Kararlar” adlı yeni romanı nedeniyle mahkum olduğu için yine hapse girme tehditi altında olan N. Mehmet Güler idi. Güler “Global Devlet Devletsiz Kürtler” adlı bir başka kitabı nedeniyle, yine hakim önüne çıkacak Aralık ayında.

Suzan Zengin’in Açık Mektubu

Cezaevinde tutulan bir başka muhalif gazeteci ve çevirmen ise Suzan Zengin. Suzan Zengin’in “Süryani Edebiyatı”, “Kıbrıs Edebiyatı”, “Selanikli Öykücüler” başlıklı çevirileri yayınlanmak üzere. O da TMY mağduru. Suzan Zengin, cezaevinde tutulan gazeteci ve yazarlara haksız suçlama yönelten Bay Arınç’a bir Açık Mektup yollayarak onu protesto etti. Artık muhalif gazeteci ve yazarları susturmanın ve aylarca mahkemeye çıkarmadan hapiste tutmanın en kolay yolu onları TMY çerçevesinde suçlamak. Uluslararası kamuoyuna da bunların düşünce suçlusu olmadığını söylemek… Arınç, muhalif gazeteleri; “…adı sanı duyulmadık”, “… aradığınızda yerini bulamadığınız”, “elden dağıtılan gazeteler” olarak tanımlamakta, bu gazetelerde çalışırken tutuklanan gazetecileri ise; “Gazeteci sıfatı taşıyıp, terörden yatanlar” olarak adlandırmakta, suçlarını da; “adam öldürmek ”, “terör örgütüne üye olmak”, “ terör örgütünde eylem yapmak” olarak sıralamaktadır. Arınç, geçmişte, Başbakanının da, “minareleri süngüye” benzeten şiiri okuduğu için, “terörist” nitelemesi ile yargılanıp mahkum edildiğini çok çabuk unutuyor.

Suzan Zengin Açık Mektubunda şöyle devam ediyor:

“Muhalif bir gazetede çalışıyor olmam nedeni ile haksız yere 14 aydır tutukluyum. Tutuklandıktan bir yıl sonra ilk defa mahkeme huzuruna çıktım. Tutukluluğumun devamına karar verilerek duruşma 6 ay sonrasına ertelendi. Hakkımdaki iddiaların hiçbir temeli bulunmamaktadır. Çalıştığım gazetedeki görevlerim nedeniyle muhabirlerle, yayıncılarla, sendikacılarla ve daha birçok kişiyle yapılan görüşmelerim yasadışı gösterilmeye çalışılmış, yine gazetede yayınlanan yazıların bilgisayar ortamındaki word halleri delil olarak yasadışı ilan edilmiştir. İnanılır gibi değil yazı hazırlanmış ve gazetede yayınlanmıştır. Bunun bilgisayar ortamındaki hali örgütsel belge olmuş, oysa mahkemede bu yazıların yayınlandığı dergi ve gazete sayılarını mahkemeye sunduk. Ancak mahkeme tarafından hiç dikkate alınmamıştır.

“Muhalif bir insanım yasaların teminatı altında bir yayın kuruluşunda çevirmen-gazeteci olarak çalışmaktayım. Bu çalışmamdan dolayı tutuklanmam ve çalışmalarımın da yasadışı ilan edildiği bu sürecin, tam da “demokrasi” söylemlerinin yoğun olarak, hem de hükümetin tüm kademelerinden dillendirildiği bir dönemde yaşanması, dikkatlerden kaçmamaktadır. “Demokrasi” söylemleri eşliğinde, neredeyse her türden yasal çalışmanın, yasal miting, basın açıklaması vb. etkinliklerin, emekçilerin hak arama mücadelelerinin “yasa-dışı” ilan edilmesi çabalarına tanıklık ediyoruz.

“Bu politikalar sonucu tıka basa dolan hapishanelerde, tutuklu ve hükümlülere dönük hak gaspları da her geçen gün artmaktadır. Özellikle de siyasi nedenlerle hapse atılanların tutulduğu F Tipi hapishanelerde uygulanan tecrit politikası, keyfi disiplin cezaları, dayak vb. uygulamalar eşliğinde, bu süreçte daha da katmerlenerek sürdürülmektedir. Aralarında ölümün eşiğine gelmiş olanlarında bulunduğu hasta mahpusların durumlarına ilişkin görmezden-duymazdan gelme pratiği de yine aynen korunmaktadır.”

Cezaevinden Bir Başka Yazar: Azimet Ceyhan

Azimet Ceyhan cezaevinde yazanlardan en umut verici olanlardan biri…On yıldır cezaevinde. Müebbet hapse mahkum. Daha önce çıkan “Savruluş” adlı kitabı ilgi yarattı. Azimet Ceyhan’ın “Hozandaki Kız” adlı yeni romanı buyılki TUYAP’ta Avusturyalı ressam Egon Schiele’nin kapak resmi ile sergilendi. Azimet Ceyhan, Fuara yolladığı tebliğinde, cezaevinde yazmanın sorunlarına değindi:

“Hapiste yazmak, soğuk duvarların ötesinde kalan hayata tutunmak, ondan kopmadan yaşamak, bulunduğu mekana alışmayı red etmektir bir yerde. Tutsak yazarın isyan yüklü, umut yüklü sözcükleri vardır. Bu sözcükler soğuk yüzlü duvarlar, demir kapılar ve keskin tellerle bilenir. Özlem molasında yüreğe işleyen bir şiirin, yada türkünün seslerine dönüşür. İli bir öykünün, romanın rotasını çizer. Bu yüzden mahpus kalemi, keder de düşe payına her daim işlemek ister. Sürekli voltada olur beyaz kağıdın üzerinde. Yazacaklarının sonu gelmez. Güzel dünyaların düşü vardır mürekkebinde. Hapiste yazmak görünür görünmez bütün kilitleri kırmaya çalışmaktır. Sözcüklerden yapılmış kocaman bir çığlık atmaktır.”

Cezaevinden Fantastik Dünyalara Firar: Edip Yalçınkaya

Edip Yalçınkaya ise 18 yıldır cezaevinde olan, müebbet hapse mahkum bir yazar. “Ma Ülkesi” adlı yeni yayınlanan romanı, fantastik dünyası ile ilgi çekti. Onun tebliği de toplantıya ulaşmadı. Ergin Doğu, Yalçınkaya’nın romanını değerlendiren eleştirisinde,” Güçlü kurgusu var Yalçınkaya’nın” diyor. “Sağlam geçişlerle örülmüş ve akıcı bir üsluba sahip. Romanın ana kahramanı, ülkesinden sürümüş, kimlğinden habersiz Labran’ın Odiseus’u yada “Onbinlerin Dönüşü”nü andıran macerasıdır “Ma Ülkesi”. Ve onunla yola düşen Abyar’ın. Dili ülkesi, kimliği yasaklanmış bir halkın çocukları olarak çıktıkları yolculuk kendi ülkelerinin gerçekliğinin keşfidir aslında. “Dağlar bizim kaderimizdir, günahlarımız da sevaplarımız da orada” der Labran. “Dağlar hep yalnızdır, çıplaktır ve hep üşür. Tıpkı bizim gibi.” Kadın ve dil yasaklıdır Ma ülkesinde. Köleliğe karşı savaşan Esta’nın Çocuklarını oluşturan ise esas olarak kadınlardır. Afram, Şiva, Kenya, Selena, Ruha ve nice kahraman Ma ülkesinin sisli ormanlarında, derin vadilerinde, geçit vermez uçurumlarında, zalim Belzab, Ehrime ve paralı askerleri Horkolara karşı isyan meşalesini yakarlar.

19 Aralık katliamını anlatan yazar: Nuri Akalın

TUYAP Panelindeki boş iskemlelerden birinin sahibi de yazar Nuri Akalın’dı. Nuri Akalın’ın tebliğinin Panele ulaşması ne yazık ki engellendi. Nuri Akalın, ilk kitabı, “19 Aralık”ta 2000 yılında gerçekleşen ‚Hayata Dönüş Operasyonu’nu kaleme aldı. Ülke genelinde yirmi cezaevinde aynı anda başlayan ve bir kıyım ve tecavüz ve yağmaya dönüşen operasyon ilk kez içeriden yaşayan biri tarafından yazıldı. Akalın’ın yeni yayınlanan ikinci romanı “Volta” ise, devrimcilerin yeraltı yaşantısından kesitler veriyordu. Akalın 13 yıldır hapiste olan bir yazar ve müebbet hapse mahkum. 19 Aralık kıyımına karşı hukuk mücadelesini AİHM’ye taşıyan Akalın, TC’ni yüklü bir tazminata mahkum ettirdi.

Berlin’den Mehmet Desde

Almanya’dan ülkeye dönüşte tutuklanan ve haksız yargının kurbanlarından biri olan Mehmed Desde, tanıklıklarını, “Bir Devlet Bir İnsan /Sözde Yargının Kıskacında” başlıklı bir kitapta topladı. Desde, hem cezaevi hem de sürgün yazınının bir parçası. Desde ilettiği sunumunda şunları söylüyordu:

“Ben eski bir mahkum olarak yaşadıklarımı unutturmak istemiyorum. Türk hapishanelerinden binlerce siyasi mahkum var. Siyasi mahkumlarla ilişkilerim devam ediyor. Kimi siyasi mahkumlarla yazışmaya devam ediyorum. Dayanışmanın bir silah olduğuna inanıyorum. Mahkumlara gönderilen mektuplar, dışarıya açılan bir pencere işlevini görmektedir. Mahkumları unutmamak ve onlarla dayanışmada bulunmanın çok önemli olduğuna inanıyorum… Hapisten çıktıktan sonra köşeme çekilip olanları unutma yolunu tercih etmedim… İşkenceye, hukuksuzluğa ve her türlü baskıya karşı tek bir çözüm yolu vardır. O da mücadele ve yalnızca mücadeledir. Mücadele edilmeden ve bedel ödenmeden kazanımlar elde edilemiyor. Mücadele etmek için de önce haklarımızı bilmemiz gerekir. İşkence ve her türlü hukuksuzluğun geriletilmesi, yürütülecek mücadeleye bağlıdır.”

Viyana’dan Hüseyin Şimşek

Hüseyin Şimşek’in, açlık grevlerini konu alan ilk romanı olan ‘Ayrımı Bol Bir Yol’ adlı eseri Ağustos 1987’de yayımladı. Şimşek, cezaevindeki yazınsal direniş deneyimini şöyle aktardı tebliğinde:

“Cezaevlerindeki yazınsal direnişin önemli bir ayağını, örneğin benim kaldığım Metris’te, 1984’ten itibaren çıkarılan cezaevi işi dergiler oluşturur. Ki Metris’te, el yazısı ve çizimlerle, böyle bir çalışmayı aylık bir periyodla ben başlattım. Yıllar sonra, Kandıra’daki bir takipte katledilen dava arkadaşım İsmail Doğruel’in de katkıda bulunduğu el yazması dergimizin adı ise Gelişim idi. Gelişim adlı bu el yazmalı yayını, bir A4 kâğıdının dörtte biri (yani A6) boyutunda hazırlıyorduk. Sayfa sayısı, 8 ila 12 arasında değişiyordu. İğne iplikle ciltliyorduk. Tek bir nüsha hazırlıyorduk. Önce kaldığımız koğuştakilere okutturuyorduk sırayla. Sonra, havalandırmadaki diğer koğuşlarda, elden ele dolaşıyor ve bize geri geliyordu. Gelişim dergisi, okuma ve yazmaya herkesten daha fazla ilgi duyan her siyasetten insanlara yönelik hazırlanan bir yayındı. Daha sonraki yıllarda mizah yayınlarına da ratlanacaktır: Masala, Cansuyu, Vız Gelir, Gomedi, Nüktedan gibi. Bu yayınların kimi 50 sayı kadar yayımlanabildi. Ayşe Nur Zarakolu’nun hazırladığı ‘Yeni Sesler’ dizisi, cezaevindeki yazınsal direnişin aktığı ilk kanallardan biri oldu.”