MUSTAFA ASLAN / Evrensel, 22 Temmuz 2017
İstanbul – Mülteci ya da sığınmacı diye adlandırılan kişi; “Ülkesinde ırk, din, sosyal konum, siyasal düşünce ya da ulusal kimliği nedeniyle kendisini baskı altında duyumsayarak kendi devletine olan güvenini kaybeden, kendi devletinin ona tarafsız davranmayacağını düşüncesi ile ülkesini terk edip, başka bir ülkeye sığınma talebinde bulunan ve bu talebi o ülke tarafından ‘kabul’ edilen kişidir.” diye tanımlanıyor.
Sığınmacı, ister mevcut otoritenin emriyle olsun, isterse yaşama hakkını korumak için sınırdan sınıra başlayan kopuşun adına ne denirse densin sonuçta kişi doğduğu yerlerden uzakta yaşamak zorunda kalıyor.
Edebiyat tarihimize göz attığımızda yazarlarımızın da, siyaset ve düşün insanlarının yanı sıra mültecilikten paylarına düşeni fazlasıyla aldığı görülüyor.
Cem Sultan’dan lakabını çıkardığı gazeteden alan Mizancı Murat’a, Prens Sabahattin’den Ahmet Rıza’ya, Abdullah Cevdet’ten Namık Kemal’e, Ali Suavi’den Ziya Paşa’ya, Orhan Kemal’in babası Abdülkadir Kemali’den Ahmet Mithat Efendi’ye, Mehmet Akif’ten Nâzım Hikmet’e, Refik Halid Karay’dan Arif Oruç’a, Halide Edip Adıvar’dan Fahri Erdinç’e…
12 Eylül 1980 darbesi sonrasında ise Muzaffer Oruçoğlu, Fakir Baykurt, Ataol Behramoğlu, Nihat Behram, Yılmaz Güney, Yusuf Ziya Bahadınlı, Haydar Eroğlu, Özkan Mert, Demir Özlü, Hüseyin Şimşek, Fethi Savaşçı, Engin Erkiner, Oya Baydar, Sebüktay Kaan, Aysel Özakın, Tekin Sönmez, Kemal Yalçın, Vehbi Bardakçı, Kamil Aydemir, Doğan Akhanlı…
Bu listeyi uzatmanın olanaklı olduğunu söylemek gerekiyor.
EDEBİYATTA MÜLTECİLER
Edebiyatımızda sığınmacılığın (Zaman zaman sürgün sözcüğü de kullanılıyor) öykü ve romana yansıdığını görüyoruz. Birkaç eserle sınırlandırdığımız yazımızda dünden bugüne kısa bir gezinti yapacağız.
Sığınmacı izlenimi barındıran, hemen aklımıza geliveren eserleri şöyle sıralayabiliriz: Yüksel Pazarkaya’nın İlkbahar Öyküleri adlı yapıtındaki ‘Ağaçta Tüneyen Adam’ öyküsü, Emre Caner’in Sürgün ve Hürriyet, Adalet Ağaoğlu’nun Hayatı Savunma Biçimleri adlı yapıtındaki ‘Rabia’nın Dönüşü’ adlı öyküsü, Demir Özlü’nün İstanbul Büyüsü adlı yapıtındaki ‘Evlenme Töreni’ adlı öyküsü, Feyza Hepçilingirler’in Arada Aşk Var adlı kitabındaki ‘Stephan’ın Dükkanı’ adlı öyküsü, Mario Levi’nin Bir Şehre Gidememek ve Fırat Ceweri’nin Solgun Romans adlı öykü kitaplarının yanı sıra; Bekir Fahri’nin Jönler, Ahmet Mithat Efendi’nin Jöntürk, Halide Edip Adıvar’ın Sinekli Bakkal, Mithat Cemal Kuntay’ın Üç İstanbul, Orhan Kemal’in Baba Evi, Nihat Behram’ın Gurbet, Bekir Yıldız’ın Mahşerin İnsanları, Ahmet Aziz’in Biz Cenneti Yeryüzünde Kuracaktık, Metin Celal’in Gitmek Zamanı ve Kerem Eksen’in Uyku Krallığı.
JÖNLER VE BABA EVİ
Bekir Fahri, Jönler adlı romanında II. Abdülhamid’in baskılarına dayanamayarak Mısır’a kaçan İttihatçıları anlatıyor. Yazarın anlattığı Kahire’deki sığınmacılar içinde ülkemizin değişik yerlerinden insanların olduğu görülüyor. Trablusgarp sürgününü de yaşayan Tıbbiyeli Necip, merkeze alınarak kurgulanan romanda Türkler, Arnavutlar hatta Sivaslı Ermeniler de sığınmacı olarak görülüyor.
Ahmet Mithat Efendi’nin Jöntürk adlı romanında ise batılılaşma konusuna değinirken, Nurullah adlı kahramanımızın yeni durumunu vermekle kalmayıp Mısır’daki sığınmacıları anlatıyor. Yazar bunları İskenderiye ile İstanbul’un kimi semtlerini de karşılaştırmalar yaparak okura sunuyor.
“Türk ve Arap özgürlükçülerinden çok kişi Nurullah’ın ziyaretine geldikleri gibi kendisi de bunların ziyaretine gidiyordu. Sohbetlerinde bahsettiği hürriyet ve hukuk meselelerindeki bilgisine herkesi hayran ediyordu.”
Orhan Kemal’in Baba Evi adlı romanı Küçük Adamın Notları dizisinin ilk romanı olarak Beyrut’taki mülteci/sürgün yaşamını anlatıyor. Avukat olan babasının Lübnan uyruklu olmadığı için avukatlık yapamaması gibi bir mültecinin karşılaşacağı kimi güçlükleri veriyor. Kahramanımız memleket özlemine dayanmıyor, her fırsatta geri dönme yollarını arıyor. Öyle ya kendisiyle kimsenin sorunu yoktu.
Osmanlı’dan günümüze değin uzanan yazınsal çalışmalarda (öykü/roman) sığınmacı sorunu irdelenirken göze daha güzel bir dünya kurmayı savunan insanların ağırlıkta olduğu görülüyor. Mevcut otoriteyle anlaşmazlığa düşen bu insanlar ülkelerinde nefes alabilecek koşullar kalmayınca başka bir ülkeye her şeylerini bırakmayı göze alarak gittikleri görülüyor.