Avcılıkta, ‘silahsız’ ama ‘kansız olmayan’ tarz da çare değil!

Avlanmayla ilgili 6 Aralık günü Artı Gerçek’te de yer alan bir haber vardı: Tarım ve Orman Bakanlığı, ABD’li bir avcıya Dersim’de dağ keçisi avlama izni verdi! Sevindirici bir şekilde, oldukça ciddi boyutta tepkilere neden oldu haber. Medyaya, Dersim Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu’nun, ABD’li iş insanına seslenerek “Yarın köylülerle ve dostlarla seni orada bekliyor olacağım” dediği de yansıdı. Ardından, CHP Dersim Milletvekili Polat Şaroğlu, Dersim Valisi Mehmet Ali Özkan ile görüştüğünü ve tepki çeken izin belgesinin iptal edildiğini duyurdu.

Bu güncel olay, Türkiye’de avlanmaya karşı duyarlı olmanın gelişmekte ve günbegün artan bir direncin söz konusu olduğunun son kanıtı sayılabilir. Fakat bu tür önemli ve gerekli çabalar, avlanma ve avcılıkla ilgili uzun vadede çözümler bulup uygulamanın, hâlâ masada beklemekte olduğu gerçeğini unutturmamalıdır. Öte yandan, av sektörünün ve avcıların kendi içlerindeki, ayrışma ve tartışmaları izlemek, bilgilenmek de gerekli gibi. İşte bu çerçevede, bir “silahsız avlanma tarzı” olan “kuşu kuşla avlama” geleneğinden söz etmek istiyorum. Silahsız, ama kansız değil!

Tanışıklığımız 1993’e kadar dayansa da 1996’da haftalık Tempo dergisinde yazıyorken, kuşu kuşla avlamanın canbazlarından Arhavili Yılmaz Yüksel ile bir şöyleşi gerçekleştirmiştim. Arap şeyhleri, Anke şahini eğitirmiş bıldırcın avlamak için. Anke şahini bize lüks geldiği için, kuşu kuşla avlamanın merkezine atmaca oturtulmuştu. Kafkasya ve Balkanlar çıkışlı bir kuş olan atmaca üzerinden sürdürülen kuşu kuşla avlama da artık binlerce yıllık bir avlanma tarzıydı. Bu tarz avlanma, Türkiye’de ise Rize, Çayeli ve Pazar’da rağbet görmüştür ve “Lazların kültüründe çok daha özel bir yeri var”, denir.

Zikrettiğim diyarlardaki kuşu kuşla avlama canbazları, başta İstanbul olmak üzere büyük kentlere göç etti, muhtelif ticari ve mesleki uğraşlar edindi; apartman, site, kahvehane, birahane gibi muhtelif mekânlara adeta hapsoldular. İşte, bundan yıllar önce vefat eden Arhavili Yılmaz Yüksel, 1965’te yerleştiği İstanbul’da da kuşu kuşla avlama tarzından vazgeçmemiş bir avuç insandan biriydi.

Arhavili Yılmaz Yüksel’in silahlı avcılığı bırakmasının hikâyesi, konuyla ilgili önemli bir ayrıntıdır bence. Çiftçi bir ailenin eli zanaata düşmüş çocuğu olarak, Arhavi ve Hopa’nın el kundura imalathanelerinde uzun yıllar çıraklık yapmış, onlarca ustadan işin inceliklerini öğrenmiş sıkı bir el kundura imalatı ustasıydı artık. Ama aynı yıllarda, başka bir ustalığın da peşindeydi: Avcılık! Oltu, Narman, Göle, Ardahan’ın dağlarına, ormanlarına musallat olmuşlara katıldı o da.

Silahlı (kanlı) avdan vazgeçme bahsine, şöyle bir giriş yapmıştı Yüksel: “Bütün ömrüm boyunca, bıldırcına karşı sadece iki kez tüfek kullandım. Hayvancağız, paramparça oldu. Tüfekle avlanmayı hemen bıraktım. Yıllardır kuşu kuşla tutar, tavaya indiririm.” Silahla yaralayarak ya da öldürerek hayvan yakalamayı akla getirdiği için, yaptığına “av” denilmesinden yana değildi. Yaptığına, “atmaca sporu” diyordu.

İstanbul’a yerleştiği yıllarda, önceleri Beykoz, Hasköy, Suadiye ve Kasımpaşa’dan arkadaşlarıyla daha çok Büyük Çekmece bölgesi ve özellikle de Gürpınar köyü civarında çıkmıştı bıldırcın avına. 1990’larda ise bu tarz avda “tek tabanca”ydı artık. Peki, ne yapıyordu yakaladığı bıldırcınları? “Bazen bir kısmını hasta tanıdıklardan birine veririm. Geri kalanından bıldırcın pilavı yaptırıp komşulara dağıtırım. Komşular, o günü iple çeker. Bıldırcın pilavı, kuşun kendi yağında ve pirinçle yapılır. Tadına doyulmaz.”

Yüksel’in “atmaca sporu” dediği kuşu kuşla avlama tarzı, üç aşamalıydı. Dört değişik hayvan devreye girerdi. Zincirleme avın ilk aşaması: “İlk iş olarak, hayvan gübresinin bulunduğu topraktan danaburnu toplanır. Danaburnu, gaco ya da çeçeğen adlı ufak ama yırtıcı çalı kuşunu yakalamada yem olarak kullanılır. Bu kuşu yakalamak çok zordur. Kimi mevsim tam 60 gün gider de iki kuş tutarım. Bazen hiç tutamaz, Arhavi’den ısmarlarım.”

Gaco kuşu yakalandı. Bir süre beslemek ve eğitmek gerekirdi. Beslemeden başlayan bir “tuhaflık” çıkar karşımıza; o da birinci kuralın, “kuşun kuşbaşı etle beslenmesi”dir. Gaco ya da çeçeğen gibi ufacık bir kuşa türüne et yedirmek oldukça zordur. Gelelin eğitim aşamasına:

“Gaco kuşunun gözleri ince bir örtüyle bağlanır. Yukarısını görmemesi gerekiyor. Bir sopanın üzerinde, hiç sarkmadan oynamaya alıştırılır. Ağustos-eylül arasında Balkanlar’dan atmaca göçü başlar. Geçiş yolu Belgrad, Fatih, Beykoz, Elmalı ormanlık bölgeleridir. Bir-iki atmaca yakalamak için, on ila yirmi gün arasında ormanda pusuya yatmak gerekir. Ormanlık tepeliklerde, açık bir koridor bulur, buraya dikine bir ağ gererim. Çalılıklara gizlenir beklerim. Karşıdan atmacalar görünür görünmez, çubuğu üzerindeki kuşla, ağın bir metre gerisinden gösteririm. Kuşu oynatmaya başlarım. Ustalık kuşu kaptırmadan atmacayı ağa düşürmekte. Mesafe ayarı çok önemli. Bazen atmaca tersten dalar ki kuşu kurtarmak mümkün olmaz…”

Bir kural da, atmacanın dişisini yakalamaktır. Çünkü Yılmaz Yüksel’in deyimiyle, “atmacanın erkeği çok cılız ve verimsizdir”. Sıra, atmacanın beslenmesi ve eğitilmesine gelmiştir. Sadece pişmiş ve tuzsuz yumurta verilir. Atmacayı ağa düşüren gaco kuşu, hâlâ hedeftir. Gaco gösterile gösterile atmaca, yakalama işinde yaklaşık iki haftada eğitilmiş olur. Sonra, bir elde “manduka” denilen çubuk, öbür elde ayaklarından ustaca kavramış atmaca düşülür yollara.

Yürüyüş sırasında atmaca omuzda ve baş hizasında tulur. Manduka ise, sürekli yere vurulur. Yüksel, “öndeki ya da yanlarımdaki çalılardan bıldırcın fırlar fırlamaz, atmacayı üstüne salarım. Atmaca, yakaladığı kuşu hemen yemeğe koyulur. Usulca yanına sokulur, atmacayı hırçınlaştırmadan, ayaklarına zarar vermeden, bıldırcını pençelerinden alırım. Küçük çakıyla kafasını keser, beynini atmacaya yediririm hemen. Biraz da kanından içiririm” diye anlatmıştı.

Ağustos-kasım ayları arasındaki süre dışında atmaca avlanmasını ahlaksızlık ve doğaya karşı işlenmiş büyük bir suç sayan, kasım ayı sonunda av için kullandığı atmacanın ipini çözüp onu doğaya bıraktığını özellikle belirten Yüksel, avlanma ısrarını şöyle dile getirmişti: “Bu bir tutku. Getirisi yok, götürüsü ise çok. Av günü geldiğinde, milyarlar verseler tutamazlar beni. Elden, ayaktan düşene kadar sürer bu.”

1990’lar Türkiye’sinde “kansız” olmasa da “silahsız” yapılan kuşu kuşla avlama tarzını tanıtıp tartışmaya açtığımızda, bunda “kötünün iyisi” bir halden söz edenlerin oranı daha yüksekti elbette. Ama otuz yıl sonra, örneğin bıldırcınların silahla avlanması ile atmaca kullanılarak tavaya indirilmesi arasında fark olmadığını; sonuçta, bir “spor” sayılarak hayvanların öldürülmeye devam edildiğini dert etmek zorundayız.


Yazıda kullanılan alıntılar için kaynak: Hüseyin Şimşek, “Silahsız avcı”, Tempo dergisi, 1996 41. Sayı, s. 133 – 136

Artı Gerçek, 09.12.2020