İlk kuşak köy fotografçılığında ‘Avrupa gurbetçileri’

gazeteoneri.at – İlk üç fotografımdan ikisini çekenlerin, dünyaya geldiğim diyarın “ilk kuşak köy fotografçıları”ndan olduğunu önceki yazıda ifade etmiştim. Elbette burada söz konusu edilen bireylerin fotografla, fotografçılıkla ilişkileri meslekî ya da profesyonel bir temele dayanmıyordu. Onlar, içlerinde bir zanaatçı ve sanatçının duygu ve düşüncelerini barındıran; ‘yeni olan’a, keşfetmeye, değişmeye ve değiştirmeye meraklı insanlardı. “Hikâyesi Olan Fotograflar” üstbaşlığı ile üç bölümle sınırlı tutmak üzere kaleme aldığım anlatıların bu sonuncusunda üçüncü fotografımın kahramanı Hıdır Sağlar’ın hikâyesini paylaşacağım.

Benim ilk iki “ilk kuşak köy fotografçısı” kahramanımın ikisi de “uluslararası gurbetçi”. Fakat bir önceki yazıda anlattığım Ali Özkan, yani Ali Dayı’nın “uluslararası gurbetçi”liğiyle ilgili somut ve ayrıntılı bilgi verememiştim. Onun, kimbilir hangi ülkenin karasularında bir gemide çekilmiş, siyah-beyaz, boydan fotografına da henüz ulaşabilmiş değilim. İşin garip tarafı, o fotografı benden başka hatırlayan yok. Eğer günün birinde bulamazsam o fotografı, halüsinasyon gördüğümü söyleyenlere inanacağım çaresiz. Hasılı kelâm, Hıdır  Sağlar’ın burada okuyacağınız hikâyesinin ayırıcı bir özelliği de onun ülke içi (İstanbul, Ankara, İzmir, Zonguldak gibi kentlerin) değil, Avrupa ülkelerinden birinin, Almanya’nın gurbetçisi olmasının yanı sıra, şükür ki hâlâ hayatta, bahse konu üçüncü fotografın çekiliş macerasını yeterli bir ölçüde bana bizzat aktarmış olmasıdır.

Hıdır Sağlar: “O yılları biraz anlatayım”

Sevgili abimiz Hıdır Sağlar, “o yılları biraz anlatayım” diyor ve devam ediyor: “1960 senesi Nisan başında ilkokul diplomamı Pelegöz (Güzbulak) ilkokulundan aldım. Nisan ayı içinde Eskişehir’e taşındık. Üç yıllık ortaokul mezuniyetinden sonra, 1963 sonbaharında İstanbul – Tuzla’daki Tuzla Cip Fabrikası’nda kaynakcı olarak işe başladım. 17 yaşımdaydım. Tekniğe, teknolojiye merakımdan dolayı, benden yaşça büyük İstanbullu birinden fotograf makinasını satın aldım.”

Sağlar’ın fotograf makinasını edindikten sonra neler yaptığını okuduğunuzda, bu tür insanlardaki keşfetme, girişim damarını teslim edeceksiniz. Benzer durumu yatılı okullarda, kışlalarda, yurt içi ya da yurt dışı gurbet diyarlarında süren yaşamlarda bulmak çok mümkün. Altı yıllık yatılı okul hayatım oldu, ben şiir yazmaya ya da bağlama çalmaya heves ederken ve çabalarken orada, birileri de fotograf çekmekteydi ve sayıları bir-kaç kişiyle sınırlıydı. Kışlada da gurbet hayatında da böyledir bu. Sağlar’ın altını çizdiği iki nokta var, fotograf makinasını edindikten sonra neler yaptığına dair. Onun gibilerin farkını ortaya koyan iki nokta.

Öncelikle, o İstanbulludan fotograf makinasını satın almakla yetinmiyor, ondan fotograf çekme teknigini de öğreniyor bir süre. İkinci nokta: Fotograf çekme tekniğini öğrendiği için, iyi ve düzgün fotograflar çekip, bundan ek bir gelir sağlıyor kendine. “Aynı iş yerinde bayağı bir resim çekip epey de para kazandım”, diyor.

Bilindiği gibi Almanya, resmî anlaşmalar çerçevesinde Türkiye’den ilk işgücü transferine 1962’de başladı. Hıdır Sağlar, sonraki yıllarda Almanya’nın yoluna düşen binlerce Türkiyeli uluslararası gurbetçilerinden biri oldu. Hamburg’a yerleşti. İşçilikle yetinmedi, gün geldi anılan kentte bir restoran açtı ve adı “Hıdır Baba” olarak anılır oldu. Başta Mahzunî Şerif olmak üzere, sayısızca misafir ozan, şair, yazar ağırladı orada. Yıllar sonra Türkiye’ye, Antalya-Kemer’e dönüş yaptı. Orada, Grand Lukullus Oteli’nin sahibiydi artık. “Bu kadar çalışmak yeter”, diyerek 2018 yılında otelin işletmesini kiralama usulüyle başkasına devretti. Yaşamını, Kemer’in merkezindeki geniş bahçeli evinde ve eşiyle birlikte sürdürüyor. Sık sık gezilere çıkıyor ve torunları yanından eksik etmemeye çalışıyor.

Kahramanım, başka köyden „kız bakmak“ isteyince, ben üçüncü fotografıma kavuştum

Şimdi, üçüncü fotografın hikâyesi için gerilere dönelim. Hıdır Sağlar’ın Tuzla Cip Fabrikası’nda çalıştığı ilk yılın sonuna, ilk yıllık izin günlerine.

Tuzla’daki Tuzla Cip Fabrikası’nda bir yılını doldurmuş, yıllık izni hak etmişti. Artık 18 yaşındaydı. Evlenme yaşı ortalamasının düşük olduğu o yıllarda, “bir hayat kurmanın en önemli kilometre taşı” sayılan evlilik, düğün-dernek pek askerlik sonrasına bırakılmazdı. Artık büyük şehirlerde yaşıyorlardıysa da ailesi (anne ve babası) onu köylerine (Pelegöz’e), “kız beğenmeye” gönderir. İlk yıllık izin böyle işe yarasın, değerlendirilmiş olsun istenir. Köye kız beğenmeye”, Tuzla’daki Tuzla Cip Fabrikası’nda çalışan, meslek sahibi, üstelik fotograf da çekmesini bilen bir delikanlı olarak gitmek, o yıllara göre hayli avantajlı bir durum.

Fakat sevgili Hıdır Sağlar, “kız beğenme” işini, sadece doğduğu köyle sınırlı tutmaktan yana değildir pek. Çok da doğru bir yaklaşım, öyle değil mi! Gönül bu, nereden ve kime düşeceği belli mi olur! Hem, benim üçüncü fotografın çekilebilmesi de bu sayede mümkün olacaktır.

Hıdır Sağlar İstanbul’dan, doğup ilkokulu bitirdiği yaşa kadar yaşadığı Pelegöz’e “kız beğenmeye” döner, ama aklında başka köyleri kolaçan etmek de vardır. Mesela Şıhköy! Ki bu köy, Pelegöz’e bir hayli uzak sayılır. Ama çaresi yok, aklına koymuşsa bir kere o köye gidecektir Sağlar, yani uzun bir yolculuk yapacaktır. İşte bendeniz üçüncü fotografıma kavuşmamı, bu yolculuğun, o iki köy arasında kalan bizim mezreden geçilerek yapılacak olmasına borçluyum. Yolculuğu, Sağlar’ın kendisinden okuyalım:

“Şıhköy’de halam oturuyordu. Onun da kızları vardı. Pelegöz’den sizin Yabancı’ya yayan gittim. Sizin eve bir gün misafir oldum. Ninen, babamın üvey yegeniydi. Onun, beni çok sevdigini biliyordum. İşte, senin o resmini o arada ve o meşhur İtalyan malı makinamla çektim. Ertesi gün, haladan (nenenden) atı aldım ve Şıhköy’e atlı gittim geldim.”

Başka olaylarda da sıkça tanık olduğum üzere bir kere daha görüyorum ki her fırsatta “ben Ali Ağa’nın kızıyım” demekten geri durmayan babaannem Hüsniye Şimşek, “hanım ağa”lığını göstermiş yine! Bugün, o günle ilgili birçok keşke sıralıyorum: Keşke Sağlar abimiz, o gün köyü de çekseydi. Ailemizin diğer fertlerini, konu komşumuzu da.

Aynı zamanda “akraba çemberi”mizde yer alan Hıdır Sağlar, kendi elceğiziyle çektiği o fotografımla ilgili şöyle bir tanımlama yapıyor: “Eli silahında küçük mafya!” Fotografın ne zaman ve nerede çekildiğine dair ise şunları söylüyor: “O fotografı, sizin Yabancı (Yavanenci) Köyü’nde, 1964 senesinin Ağustos ayında, senin babaannen Hüsniye halamın kapısının önünde çektim. Sen 2 yaşındaydın, bense 18.”

İster topluluk, ister birey temelinde olsun; inanç, etnik ya da başka bir zeminde “azınlık” ve aynı zamanda bastırılmış insanların tarihi, ekseriyeten ‘sözlü bir tarih’tir. Bizimkisi her iki temelde de öyle. Yüzlerce de değil, binlerce yıl önceki tarihimizi şimdilerde yazmaya, kayıtlara geçirmeye çalışıyoruz. Bu, çok büyük alt-üst oluşlar için de “ilk fotograflar” gibi bir ayrıntı için de böyle.

Çok geç yazılmış bir sözlü tarihin kayıtlarında yanlış anımsama, yanılma payları, eksik bırakma oranı daha fazla olur. 2 Ocak 1962, gerçek doğum günüm değil ama dönem olarak doğru; eski-yeni (Miladî-Rumî) dolayısıyla 13 gün kadarlık bir oynama var. Bu üçüncü fotograf “1964 senesinin Ağustos ayında” çekildiyse, 2 yıl 8 aylığım. Ama bana öyle geliyor ki yıl 1965 olabilir, çünkü fotografta en az 3-4 yaşında görünüyorum.

O gün çekilen tek fotografın bana ait olmasının arka planı için Hıdır Sağlar şunları söylüyor:

“Rahmetli babanı çok seviyordum. O benim çocukluk idolümdü. Çok yakışıklı, çok yürekliydi. Dik duruşuna hayrandım. Hem akraba, hem kendisine hayran olduğum birinin gencecik yaşta ölmesi, her seveni gibi beni de derinden yaraladı. İşte böyle birinin oğlu olman nedeniyle senin o resmini, 30 seneden fazla cüzdanımda veya evde özenle sakladım. Birikmiş diğer fotoğraflarla birlikte, İstanbul-Pendik’te tab ettirmiştim. Son zamanlarda, babalığım (babamın musahibi) Rıza Çakır’a teslim ettim sana vermesi için. Sana, sizinkilere ulaştırdı. Evet, o fotografın hikâyesi de böyle.”

Kahramanım sadece doğduğu köyde değil de başka köyden de “kız begenme“ye meyledince, gerekli olan yolculuk sayesinde ben üçüncü fotografıma kavuşmuştum.

…………………………………………………
huseyin.şimsek@gmx.at