“Eylül Şifresi” romanı ve 12 Eylül sessizliğini parçalamak!

Dr. AHMET ALVER / https://turkishstudies.net/DergiTamDetay.aspx?ID=4694

Londra Londra’da yaşayan Dr. Ahmet Alver, Ağustos 2016’dan beri King’s College London’da görevli bir akademisyen. Dr. Alver, “Türk Edebiyatında Unutulan Sesler: 12 Eylül 1980 Askeri Darbe Sonrası Türkiye’de Yazılan ‘Hapishane Edebiyatı’na Analitik Bakış” başlıklı bir makale yazdı. İngilizce yazılan bu makale, Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olarak tasdik edilmiştir. Makalenin amacı, 12 Eylül döneminin edebi analizi yapmaktır. Somut örnekleme için Hüseyin Şimşek’in ‘Eylül Şifresi’ ile A. Kadir Konuk’un ‘Çözülme’ adlı romanları incelenmiştir. Makalenin tamamı, aşağıda verilen linkten okunabilir. Burada, sadece Hüseyin Şimşek’in ‘Eylül Şifresi’ ile ilgili bölüm paylaşılmıştır. Yazıdan kısa bir özet aşağıdadır.

12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında yazılan, darbeyi ve neticelerini konu alan ‘hapishane edebiyatı’, dönemin baskıcı zihniyetini anımsatması ve temsil etmesi sebebiyle edebiyat otoritelerince gözardı edilmiş, 80’li yılların kanonize olmuş edebi eserlerinin aksine tam anlamıyla edebi ürün olarak kabul görmemiştir. Bu sebeple eserler, edebi yönleri ve sanatsal kaliteleri ile incelenip değerlendirilmemiş; eleştirmenlerin duymak istemediği ortak bir sesi temsil etmeleri sebebiyle de dikkate değer görülmeyerek Türk edebiyat tarihi dışında tutulmuşlardır. Bu makale, 1980’li yıllar Türkiye’sinde mahkumlar tarafından kaleme alınmış; ancak dönemin yazılan diğer edebi eserleri arasında tam anlamıyla yer bulamamış ve kabul görmemiş romanlarına dikkat çekerek, hapishane edebiyatına yeni bir bakış açısı getirecek; bu eserlerin o dönemde neden geçerli bir edebiyat ürünü olarak kabul edilmediklerini inceleyerek 12 Eylül’ün içyüzünün anlaşılmasında oynadıkları rolü göstermeyi hedeflemektedir. Çalışma ilk olarak, 1970 ve 80’li yıllar Türkiye’sinin genel siyasi gelişmelerine ışık tutacak; ikinci olarak, 80’li yıllarda darbe sonrasında kaleme alınan hapishane edebiyatını genel hatlarıyla ele alarak okuyucuya sunacak; üçüncü aşama olarak, Belge Yayıncılık’tan çıkan ve cezaevlerindeki yazınsal direnişi simgeleyen ‘Yeni Sesler Serisi’ni inceleyip 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında mahkum edilen insanların sesine kulak vermek suretiyle bu sesi gün yüzüne çıkarıp, bunun etki gücünü gösterecek; çalışma son olarak da, A. Kadir Konuk’un ‘Çözülme’ ve Hüseyin Şimşek’in ‘Eylül Şifresi’ romanlarını inceleyerek, bu eserlerle 12 Eylül döneminin edebi analizinin kısmen yapılmasını amaçlayacak ve bundan sonra dönemle alakalı yazılacak çalışmalara da zemin oluşturmayı hedeflemektedir.

Eylül Şifresini Deşifre Etmek ve Sessizliği Parçalamak

Eylül Şifresi
yazarı Hüseyin Şimşek, darbeden hemen sonra 1981’de gözaltına alındı ve 111 gün sonra tutuklanarak, Metris Cezaevi’ne gönderildi, 1985 yılına kadar içerde kaldı. Nokta, 2000’e Doğru, Özgür Gündem, Aydınlık, Aktüel ve Tempo gibi çeşitli dergiler ve gazetelerde gazeteci olarak çalıştı. İlk romanı Ayrımı Bol Bir Yol‚un (The Road with Many Divisions, Şimşek 1988), Yeni Sesler dizisinde yayınlanan ilk roman olduğunu öğrenmek hiç de sürpriz değil. Bu roman hapishane direncine ve özellikle politik tutsakların istismarını protesto eden 31 günlük bir açlık grevine odaklanır. Konuk‚tan farklı olarak, Şimşek trajedinin soyut psikolojik yapısını, hapis ve işkence travmasını vurgulamak için oldukça poetik bir dil kullanıyor. (Özdoğan 2008: 100)

Eylül Şifresi (The September Code), Şimşek‚in ikinci romanı ve darbe sonrası cezaevlerinin dışındaki devrimcilerin hayatına odaklanıyor. Diğer 12 Eylül romanlarında olduğu gibi, darbenin toplumu nasıl değiştirdiğini gösteriyor. Şimşek‚in özel becerisi, karakterlerinin darbeden önceki hayatlarını -geri dönüşler ve anılar vasıtasıyla-, müdahaleyi takip eden süreçte yan yana verme biçimidir. Darbenin siyasi ve sosyal etkilerini vurgulamanın yanı sıra bu geri bildirimler, zaman ve mekanı parçalamak, komploya müdahale etmek ve 12 Eylül’den sonra yaşanan travmanın izlerini vermek gibi bir etkiye sahip.

Eylül Şifresi, tarihsel referansın ayırdedici kullanımı nedeniyle diğer 12 Eylül romanlarından farklıdır. Roman, 1980’lerin siyasi atmosferini hem yerel hem de küresel olarak aktaran bir dizi enstantane ile açılıyor:

“Paşa’nın fiziko-politik oğlu ‘Müdahale zorunluydu’ diyor. Yani Hintli Horozu, dürtüklemeyle geç ve yanlış ötüyor. Yozgatlı avukat, polis karakolunda yaşadığı işkencenin izlerini basına gösteriyor. Fethiye Cumhuriyet Savcısı, karı-koca turistleri denizde çırılçıplak yakalamış, ‘edepsizler’e karşı savaşmaya devam ediyor.  Bir fizyoterapist olan turist kadın, sinir krizi geçirmesine aldırış edilmeden sürüklene sürüklene hapishaneye atılırken, kocası, olup biten karşısında küçük dilini yutmama çabasında. Af hâlâ gündemde…”

“(…) bir kaynağa göre, Eylül dönemin beşinci yılının üçüncü haftasının en çok satan kitabı bir deneme: ‘Hiroşimalar Olmasın’. Böyle bir dönemde kurt politikacı akıl veriyor: Politika adaletin düşmanıdır!” (Şimşek 1991: 5)

Bu pasaj, perspektifin gücünü belirtir: Bir taraftan devlet darbeyi meşrulaştırmaya ve halkı politikadan uzak tutmaya çalışıyor, diğer yandan polis, „edepsiz“ diyerek tutukladığı bireyi siyasi makamlara tabi kılıyor. Dolayısıyla anlatıcı, sivil hayatta siyasetin adaletin düşmanı olduğunu savunuyor. Devrimci bir solcu olan Selim, kendisine mutluluk veren ama aynı zamanda eski siyasi inançlarından vazgeçerek apolitik ve kayıtsız bir karakter haline gelen Meral’e aşık olduğu için, romanın ana teması haline geliyor.

Roman, darbe öncesi ve darbe sonrası olmak üzere iki farklı zaman aralığında, devrimi ve sevgiyi yan yana aktarıyor. Roman, böylelikle iki genç sevgilinin hayatına dakikalık bir odaklanma yoluyla, Türkiye’nin darbe aracılığıyla getirilen siyasal-sosyal dünyasındaki değişimleri ortaya koyuyor. Meral ve ailesi, Adalet Ağaoğlu tarafından kınanmış „sıradan insanı“ temsil ediyor; Selim’e ve diğer tutsaklara yönelik dili ve tavrı, Sibel Irzık ve Şükrü Argın’ın iddialarını destekliyor: Yani 12 Eylül, tutuklu ve mahkumlar ile toplumun geri kalanı arasında bir bölünme yarattı. Meral’in annesi olan Saniye Hanım, iç monologlarla, Meral’in siyasette çok aktif bir arkadaşı olan Hale’yi tekrar görünce, hayal kırıklığını ortaya koyuyor. Saniye Hanıma göre kadınlar siyasetten uzak durmalı, çünkü onları „sinsi“ ve “uğursuz” hale getiriyor. Aynı şekilde, siyaseti, çocuklarını uzak tutması gereken bir „sorun“ olarak algılıyor. Bunun bir iç monolog olarak meydana gelmiş olması önemlidir: Meral tarafından da paylaşılan annenin küçük burjuva zihniyetinin doğası, çelişki ve çatışmadan uzak durup onaylama/onaylanma isteği, iki karekter düzleminde yansıtılıyor.

Bu zihniyet, Selim için bir sorunun kaynağıdır. Meral’e aşık olmakla birlikte, siyasete mesafeli olması nedeniyle rahatsızdır. Onu üniversiteye kapanmakla eleştirir. Kadınların mücadele etmesi de bir hak iken, Meral kadın aktivistleri „erkeksi“ olarak tanımlar. (Sa. 71) Selim, daha sonra İstanbul’dan uzak bir bölgeye gider, Meral ile olandan farklı bir ilişki şansı bulur orada. Kendisiyle siyasi arkadaşlığı ve tutkuyu paylaşan oldukça politik, aktif Aygül’e âşık olur. Selim’in aşka dair beklentilerindeki çelişki, romanda oldukça önemlidir: Selim bir yandan, politik olarak karşılaştıkları zorluklara karşı omuz omuza mücadele ettiği aktivist Aygül’e açık bir hayranlık, samimiyet, sempati besler; ancak diğer yandan, iki kadını sürekli karşılaştırmaktan kendini alıkoyamaz, hakim ataerkil bakış açısını tekrarlar ve güçlendirir.

Bu çelişkinin önemi, çözümlenememesi. Mutlu bir son yok. Çünkü metinde ortaya konan çatışma ve çelişkiler, bağlı bulunan toplumda devam ediyor. Romanın sonuna doğru, postmodern bir sahnede, anlatıcı, bir trende kitap okuyan yaşlı bir kadına odaklanır. Torunu hapiste olan bu kadın, Selim ve Aygül’ün hikayelerini okuyan bir büyükannedir. O, kitabı okumaktayken, bir çift gelip tam karşısına oturur. Yaşlı kadın garip bir duyguya kapılır, karşısına oturan çiftin, kitaptaki devrimci sevgililer olduğunu varsayar. “Gerçek olan, bir roman okuduğu değildi de okuduğunu düşündüğü şey, aslında yaşadığıydı” (Sa. 182)

Romanın son sözleri, İstanbul halkına yazılmış bir mektup şeklinde şu noktayı vurgular:

“… ey İstanbullular! Onlar kentinizde, semtinizde. mahalle ve belki sokağınızda, alt veya üst apartman katınızda. Kaç zamandır, yaralarını sarmaya, kendilerini yeniden çoğalt¬maya koyuldular. Sizinle!.. Yıllar önce açılan ve kapanmayan boşluk onlardı. On¬lar, sizdeki yerlerini hiçbir zaman unutmadılar. Yeni birçok şey ve birçok şeyi yeniden öğrendiler. Öğrendiklerini her zaman, neden yapamadıklarını isteyenlere açıklayabilirler. Birkaç adım daha sokulup Eylül karanlığında şifrelediklerinize…” (Sa. 183)

Bu üstkurgusal sahne romanın mesajının evrenselliğini gösterir: Romanda bulunan karakterler her yerde bulunabilir. Çelişkiler ve sorunlar devam ederken, devrimci için en önemli direniş eylemi, insanları susturan „Eylül Şifresi„nin deşifre edilmesine yardımcı olmaktır.

Sonuç

Bu makale, “hapishane edebiyatı”nın ortaya çıkışını ve aslında onun, darbe sonrası toplumun normlarına karşı çıkan seslerin hayatta kalmasını sağladığını somutlaştırmayı amaçladı. Hapishanelerdeki yazarların eserlerini eleştirenler de, 12 Eylül hakkında romanlar yazdı: Ancak o eserler, dışarıdan ve devletle aynı perspektiften inşa edildi. “Hapishane edebiyatı”, 12 Eylül cuntasının egemenliğinde devlet tarafından gerçekleştirilen istismardan, cunta sonrası “edebi” eserlere damgasını vuran sessizlikten kaçınan bir tavrı temsil etmektedir. Yeni Sesler dizisi, Türk edebiyatının 1980’lerin darbesini işleyişini, siyasi aktivizmin sonuçlarına maruz kalmış seslerden duymak için tek şans sunuyor aslında. Bugüne kadar yaptığı gibi onları görmezden gelmeye devam etmesi, hem genel edebiyat hem de Türk edebiyatının kendi özgürlüğünü baltalamaktır.

………………………………..
Ahmet Alver, “Türk Edebiyatında Unutulan Sesler: 12 Eylül 1980 Askeri Darbe Sonrası Türkiye’de Yazılan “Hapishane Edebiyatı‟na Analitik Bakış”,
Turkish Studies, 8/9 (2013)