ROHAT MİRAN / Öneri dergisi / 16 Aralık 2005
yuttuğum sözcükler içimde taşlaşmasın diye her harfin keyfine göre kanadım.
kanımla sulandı sözkökleri
kaç bütün gece sadece sustum be kadınım
kustum, kimi hazmedilmez harfleri
lanetlenmiş anlamlar uçuştu
sana sığamadığımı gördükçe sevgilim
sabaha çıkmak için bütün o intihar gecelerinden
herhangi bir kadına sığınmak isterdim hep
hâlâ hep bir kadına sığınmak isterim…
diyor duvarların ruhunda kadınları okuyan şair. Sokakların izdüşümlerine düşmüş, ruhuna çarpan sokakların sesini/seslerini konuşturuyor Şimşek. Bir şairin yalnızlık duygusunu, en güzel bir kent ve o kentin konuşamayan, kendini dillendirmeyen sokakları anlatabilir. Bunu da ancak bir şair anlayabilir. Şimşek’te bu iki imge çok güçlü. Ve derin.
Ardından kitabında bolca işlediği, serüveninin de temel nirengi noktası olan kutsal ve dil uzatılamayanlara, yani devrimleri olmayan, ama devrimcileri bol olan halkın/halkların yüzüne çeviriyor duvarı:
…
sökün beyinlerinizin küflü kıvrımlarından bizi
yüreklerinizin çeri-çöpüysek, dökün
kafanızdakinden büyük hapishane görmedik
bir illete tutulun ki adı unutmak olsun
susun ve alkışlamayın
bugünün kahramanı, yarının kahr-ı zamanıdır
yeter alkışlamayın
…
Halk adına, halka inat, halk için düşülen yollarda tek bir durağa geliyor şair: Duvar ve duvardan hiç yansımayacak olan “kahramanlığının eldesine” dönüyor.
Halka dair arşınladığı sokaklarda, “kahr-ı zamana“ ulaşan Şimşek, yalnızlığının gittikçe derinlerine iner. Halk melhem olmaz yalnızlığına. Nihayetinde bir “kadına sığınmış” bulur kendisini…
Bu kadın, bu kadınsılık dişi bir tanrıdır. Kimbilir? Ya da tanrının ta kendisidir. Eğer öyle ise, açık yürekli bir itiraftır bu.
Tanrı, bir şairin dizelerinden cisim kazanır. Ve bir erkek ancak şairane bir ruh taşıdığında kadının ve tanrının gizemine varır. Şimşek, belki de farkında olmadan, tanrıyı, tanıdığımız, ama bilmediğimiz bir varlıkla özdeşleştiriyor…
„Yüzünüz Karşı Duvar“ adlı şiir kitabı bana bunları söylettirdi. Siz olsaydınız ne söylerdiniz?